İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz. Meryem´in Soyu, Doğuşu, Beytülmakdis Mescidine Adanıp Bırakılışı Ve Bazı Faziletleri:
Hz. Meryem´in babası İmran b.Mâsân olup Hub´um b.Süleyman Aleyhisselâmın soyundandı.[1]
Mâsân Hanedanı da, İsrail oğullarının başkanlarından, din bilginleri ve danışmanlarından idiler.[2]
Zekeriyyâ Aleyhisselâmla İmran b.Mâsân, iki kız kardeşle evli olup Zekeriyyâ Aleyhisselâmın zevcesinin adı Eşya´ (İşa´) bint-i Fâkud, İmran b. Mâsân´ın zevcesinin adı da, Hanne bint-i Fakud idi.[3]
Hanne; İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´in annesi idi.[4]
Hanne; yaşlanıp çocuk doğurmaktan âciz bulunduğu ve bir ağacın gölgesinde oturduğu sırada[5], bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek verdiğini görünce, kendisinde, bir oğlan çocuğu olması arzusu uyandı.[6]
Bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allâha yalvardı.[7]:
"Ey Allâhım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmakdis´e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onun hizmetinde bulundurmak, üzerime, borç olsun!" dedi.[8]
Hanne´nin bu adağı, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, (İmran´in) karısı:
Rabb´im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım.
Benden olan bu (adağı) kabul et!
Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!" demişti.[9]
Adanılan çocuk; Mescid´in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı.
Erginlik çağına girdikten sonra, orada kalmak veya ayrılıp gitmek hususunda serbest bırakılır[10], gitmek isterse, arkadaşlarından izin alırdı. Oradan çıkıp gitmesi, onların bilgisi dahilinde olurdu.[11]
Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı.
Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğramaları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.[12]
Hanne; Hz.Meryem´e gebe olup ta, karnındakini, adayınca, kocası İmran "Yazıklar olsun sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?!
Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da, bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!" dedi.
İkisi de, üzüntüye düştüler.[13]
Hanne, Hz.Meryem´e gebe iken, İmran vefat etti.[14]
(Hanne) Kız çocuğunu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken,
"Rabb´im! Hakîkat, ben, onu, kız olarak doğurdum.
Erkek, kız gibi değildir.
Gerçek, ben, (onun) adını, Meryem koydum.
Onu da, zürriyetini de, o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan, Sana sığınır (ısmarlarım!" dedi.[15]
Hanne; erkek, kız gibi değildir demekle, kızın, Mescid hizmetine ve orada ibadete mahrem olması, za´fı, hayzdan, nifasdan, rahatsızlanmaktan berî bulunmaması sebebiyle erkek gibi, elverişli olmadığını söylemek istemişti.
Sonra, onu alıp bir beze sararak Mescid´e götürdü.
Hârûn Aleyhisselâm oğullarından olan[16] ve o zaman, Beytülmakdis Mescidinde sayıları otuzu bulan[17] din bilginlerinin yanına koydu.[18]
Şeybe oğulları[19] Kabe işlerine baktıkları gibi, bu bilginler de, Beytülmakdis Mescidinin işlerine bakarlardı.
Hanne, onlara;
"Şu önünüzdeki çocuk, bir adaktır!" deyince, namaz İmamları ve kurbanlarının vazifelisi İmran´ın kızı olduğu için, hepsi de, onu alıp bakma arzusuyla çekiştiler.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ben, buna bakmağa, sizden daha lâyık ve müstehak bulunuyorum: Çünkü, bunun teyzesi, benim yanımda(zevcem)dır." dedi.[20] Öteki Bilginler; Zekeriyyâ Aleyhisselâma:
"Böyle yapma! Eğer, o, kendisine, halkın en yakın ve en lâyık olanına bırakılacak olursa, onun doğuran annesine bırakılması gerekir.[21]
Fakat, biz, onun hakkında kur´a çekelim.[22]
Kimin okuna çıkarsa, o, onun yanında kalsın!" dediler ve bunun üzerinde söz birliği ettikten sonra, on dokuz kişi[23], Car (Ürdün) ırmağına kadar gittiler.
Tevrat yazarken, kullandıkları kalemlerini, suyun içine attılar. Zekeriyyâ Aleyhisselâmın kalemi, suyun üzerine çıktı. Öbürlerininki suyun dibine çöktü.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´in bakımını, üzerine aldı ve onu, Yahya Aleyhisselâmın annesi olan Teyzesine teslim etti.[24]
Büyüyünceye kadar[25] ona bir süt annesi tuttu.[26]
Hz.Meryem, erginlik çağına basınca[27], Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Mescid´de, onun için bir oda yaptırdı.
Oraya, ortasından bir kapı da, koydurdu.[28]
Kabe´nin içine, merdivensiz çıkılamadığı gibi[29], bunun içine de, merdivensiz çıkılamazdı.[30]
Kendisinin yanına, Zekeriyyâ Aleyhisselâmdan başkası çıkmazdı.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, her gün, ona, yiyeceğini, içeceğini, yağını, kokusunu... götürüp bırakır, ayrılırken, kapısını, kilitlerdi.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, ne zaman, onun odasına girse, yanında, kış içinde yaz meyvası, yaz içinde de, kış meyvası bulur[31], ona:
"Ey Meryem![32] Bu, sana, nereden geliyor?!" diye sorar, o da:
"Bu, Allah tarafından!" diye cevap verirdi.[33]
Bu hususta Kur´ân-ı kerimde şöyle buyrulur:
"Bunun üzerine, Rabb´i, onu, iyi bir rızâ ile kabul etti.
Onu, güzel bir nebat gibi, büyüttü.
(Zekeriyyâ´yı da), ona (bakmağa) memur etti.
Zekeriyyâ, ne zaman (onun bulunduğu yere) Mihrab´a girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu:
"Meryem! Bu, sana, nereden geliyor?!" dedi.
Oda:
"Bu, Allah tarafından!
Şüphe yok ki, Allah, kimi, dilerse, ona, sayısız rızık verir!" dedi. [34]
(Ey Resulüm!) Bunlar sana, Vahy etmekte olduğumuz Gayb haberlerindendir.
Meryem´i, onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken, sen yanlarında değildin.
(Bu hususta) çekişirlerken de, yine sen yanlarında yoktun.[35]
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´le ilgili hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı: İmran´ın kızı Meryem idi.
Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da, Hatice´dir."[36]
"Cennet [37] kadınlarının üstünü:
Hatice bint-i Huveylid,
Fâtıma bint-i Muhammed,
Meryem bint-i İmran,
Firavunun Zevcesi Âsiye bint-i Müzâhım´dır." [38]
Hz. Meryem´in Hâmile Oluşu Ve İsâ Aleyhisselâmı Doğuruşu:
Hz.Meryem; Mesciddeki odasında, kendisini, öyle ibâdetlere vermişti ki, bu hususta, o zamanda, kendisinin bir benzeri daha yoktu.
Hattâ kendisinde, Zekeriyyâ Aleyhisselâmı bile imrendirecek bir takım fevkalâde haller zuhur etmeye ve melekler kendisine hitab etmeye, müjdeler vermeye başlamıştı.[39]
Bu husus, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, Melekler:
Ey Meryem! demişti, şüphesiz ki, Allah, sana seçkin bir hususiyet verdi.
Seni, tertemiz (büyüttü).
Seni, âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı.
Ey Meryem! Huşu ile Rabb´ın Dîvanına dur, secdeye kapan [40]
(Allah´a) Rükû edenlerle birlikte rükû et, eğil (cemaatla namaz kıl [41]
Melekler:
"Ey Meryem! Allah, Kendinden bir Kelime´yi, sana müjdeliyor:
Onun adı: İsâ, (lakabı) Mesîh. (Sıfatı): Meryem oğludur.
Dünyada da, Âhirette de, şânı yücedir.
(Kendisi, Allah´a) çok yakınlardandır da.
Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de, insanlara söz söyleyecektir.
(O) Sâlihlerdendir!" dediği zaman da, (Ey Resulüm! Sen, onların yanında değildin.[42]
Hz.Meryem; yirmi [43] veya on beş, ya da, on üç yaşında bulunduğu sırada idi ki, Cebrail Aleyhisselâmla karşılaşmıştı. [44]
Gerek bu karşılaşma ve gerek İsâ Aleyhisselâma hâmile kalış hâdisesi, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Kitabda, Meryem (kıssasını)da, an!
Hani, o ailesinden ayrılıp şark tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra, onların önünde bir perde edinmiş (çekmiş)ti.
Derken, biz, ona, Rûh´umuzu (Cebrail´i) göndermiştik te, o, kendisine hilkati tam (genç) bir beşer şeklinde görünmüştü.
(Meryem, ona):
Doğrusu, ben, senden Esirgeyici´ye (Allah´a) sığınırım!
Eğer, sen, fenalıktan hakkıyle sakınan (bir insan) isen, (çekil yanımdan) dedi.
(Ruh da):
Ben, ancak, sana (günahlardan) pâk bir oğul verme(ye vesile olmak) için, (o sığındığın) Rabb´ının (gönderdiği) Elçisiyim! dedi.
O (Meryem):
"Benim, nasıl bir oğlum olacakmış?!
Bana, bir beşer dokunmamıştır!
Ben, bir iffetsiz de değilim!? dedi.
(Ruh: Evet!) öyledir!
(Fakat) Rabb´in:
Bu, bana göre, pek kolaydır!
Çünki, biz, onu insanlara bir âyet (bir Burhan) ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız.
Zâten, bu iş olup bitmiştir! buyurdu dedi. [45] Meryem:
Ey Rabb´im bana, bir beşer, dokunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir?!" dedi.
(Allah):
Öyledir!
(Fakat), Allah, ne dilerse, yaratır.
(O) bir işe, hükmedince, ona, ancak "ol!" der, o da oluverir.
(Allah) Ona, yazmayı, Hikmeti, Tevratı, İncil´i öğretecek.
Onu, İsrail oğullarına Peygamber gönderecek.
(O da, onlara diyecek ki):
Hakikat, ben, size, Rabbinizden bir âyet (Mucize) getirdim.
Hakikat, ben, size, çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yapar, ona, üfürürüm de, Allah´ın izniyle, (o) derhal (canlı) bir kuş olurdur. (Yine) Ben, Allah´ın izniyle, anadan doğma körü ve abraşı iyi eder ve ölüleri diriltirim!
Evlerinizde, ne yiyor, ne biriktiriyorsanız, size haber veririm.
Elbette, bunlarda sizin için -eğer iman edicilerseniz- kat´î bir ibret vardır.
Önümdeki Tevratı tasdik edici olarak size ve size haram edilen bazı şeyleri -yararınıza- helâl kılmak için, (geldim)
Size, Rabb´inizden, (Peygamberliğimi isbatlar) âyet (Mucize) getirdim. Artık, Allâh´dan korkunuz! Bana da, itaat ediniz! Şüphe yok ki, Allah, benim de, Rabbim, sizin de, Rabbinizdir. Öyle ise, Ona, ibadet ediniz!
İşte, doğru yol (budur)![46]
"Irzını (muhkem bir kale gibi) koruyan o kızı (Meryem´i) de (yâd et)ki, biz ona Ruhumuzdan üflemiş, kendisini de, oğlunu da, âlemlere bir ibret kılmıştık. " [47]
"Namusunu (muhkem bir kale gibi) koruyan İmran kızı Meryem´i de, (Allah bir misal olarak îrad buyurdu)
Biz, bundan dolayı ona, Ruhumuzdan, üfürdük. O, Rabbinin Kelimelerini ve Kitablarını tasdik etti. (Rabbına) itâatde sebat edenlerdendi, o![48]
Rivayete göre: Cebrail Aleyhisselâm, Hz.Meryem´in yanma vanp gömleğinin yakasından üfürmüş ve üfürüğü, onun döl yatağına erişmiştir. [49]
"Nihayet, (Meryem), ona (İsa´ya) hâmile kaldı. [50]
Hz. Meryem´in Amcasının Oğlu Yûsuf´la Münâkaşası:
Hz.Meryem´in hamileliğini görünce; kendisinin, son derecede dindarlığını, iffet ve nezâhetini ve ibâdetini yakından bildiği için, hayretten hayrete düşen[51] ve bu hususta ilk tepkiyi gösteren, Amcasının oğlu Marangoz Yûsuf b.Yâkub oldu.[52]
O zaman, Mescid´e; Hz.Meryemle Yûsuf´den daha ziyâde hizmet eden ve Allâha, bunlardan, daha çok ibâdet yapan bir kimse bulunduğu bilinmiyordu.[53]
Yûsuf; Hz.Meryem´in hamileliğini, çok ağır ve aşırı derecede işlenmiş bir kötülük sayarak, ne yapacağını bilemiyor; onu, suçlamak istediği zaman, kendisinin, iyi halliliğini ve bu kötülüğü işlemekten çok uzak bulunduğunu ve yanından, hiç bir zaman uzaklaşmamış olduğunu, düşünerek kendisini, temize çıkarmak istiyordu.
Bu düşünce ve kuruntular, kendisine ağır gelmeye başlayınca, onunla konuştu ve ona, ilk söz olarak:
"Ben, senin işin hakkında kalbime düşen şüpheyi, ölünceye kadar kalbimde gizlemeyi, çok arzu etmiştim.
Fakat, bu iş, beni, yendi de, kalbimi ferahlatmak için bu hususta seninle konuşmayı uygun gördüm!" dedi.
Hz. Meryem:
"Öyle ise, güzel bir söz söyle!" dedi. Yûsuf:
"Ben de, ancak, böyle söyleyeceğim! Haydi, söyle, bana: Tohumsuz, ekin, biter mi?" dedi. Hz.Meryem: "Evet! Biter!" dedi. Yûsuf:
"Bir ağaç, ona, yağmur düşmeksizin, yetişir mi?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Yetişir!" dedi. Yûsuf:
"Hiç erkek olmadan, çocuk olur mu?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Olur!
Sen, Allah´ın, ekini, ilk yarattığı gün, tohumsuz olarak, yarattığını bilmiyor musun?
Allah´ın, ilk defa, ağacı, yağmursuz olarak yarattığını, Onun, ağacı da, yağmuru da, her birini, ayrı ayrı yarattıktan sonra, yağmuru, ağacın hayatına vesîle kıldığını bilmiyor musun?
Yâhud, suyun yardımını istemedikçe, Allah´ın, bitirmeye güc yetiremediğini, söyleyebilir misin?
Eğer, öyle olaydı, Allah, ilk ağacı bitirmeğe güç yetiremezdi!" dedi.
Yûsuf:
"Ben, öyle demiyorum.
Ben, çok iyi biliyorum ki: Allah´ın, dilediğini, yapmağa gücü yeterdir.
Bunun için de, Ol! demesi, yeter ve o şey, oluverirdir!" dedi.
Hz.Meryem:
"Sen, Yüce Allah´ın, Âdem´i ve zevcesini de, erkeksiz ve kadınsız yarattığını, bilmiyor musun?" diye sordu.
Yûsuf:
"Evet! Biliyorum." dedi.
Hz. Meryem, bunu söyleyince, Yûsufun kalbinde, Meryem´deki şeyin, Yüce Allah tarafından gelen bir şey olabileceği ve her halde onu, bunun için, kendisinden gizlediği, bu hususta kendisi, bir şey söylemedikçe, kendisine bir şey sormamak gerekeceği hissi uyandı.[54]
Bunun üzerine, Yûsuf, Mescid´in bütün hizmetlerini üzerine aldı, Hz. Meryem´in yapacağı işleri de, kendisi yapmağa başladı.
Çünkü, Hz.Meryem´in, vücudca zayıfladığını, benzinin sarardığını, yüzünün çillendiğini, karnının büyüdüğünü, güçten düştüğünü, bakışlarının değiştiğini görüyordu. [55]
Halbuki kendisi, bundan önce hiçte böyle değildi. [56]
Hz. Meryem, ağırlaşıp doğum yapma zamanı yaklaşınca, Yüce Allah, ona:
Beytülmakdis Mescidi'nin, içinde Yüce Allah´ın ismi yükseltilerek anılacak, temiz tutulacak Mâbedlerinden bir Mâbed olduğunu hatırlatmıştı.
Bunun üzerine Hz.Meryem, oradan ayrılıp Teyzesinin, yâni Yahya Aleyhisselâmın annesinin evine taşındı.
Oraya varınca, Yahya Aleyhisselâmın annesi, ayağa kalkarak Hz. Meryem´i karşıladı. [57] Evine kabul etti ve:
"Ey Meryem! Benim karnımdakinin, senin karnındakine eğildiğini hisettim!" dedi. [58]
Gebelik Ve Doğum Hadisesiyle Bu Hâdise Üzerine Olan Bitenlerin Kur´ân-I Kerimde Açıklanışı:
Yüce Allah; gebelik ve doğum hâdisesini ve bu hâdise üzerine, olan bitenleri de, Kur´ân-ı Kerim´inde şöyle açıklar:
"Nihayet, ona (İsa´ya) gebe kalıp uzak bir yere çekildi.
Derken, doğum sancısı, onu, bir hurma ağacına (dayanmağa) şevketti.
"Keşke, bundan önce, öleydim de, unutulup gideydim!" dedi.
Ona, aşağısından, şu nida geldi:
Tasalanma! Rabb´in, senin alt yanında bir su arkı vücûde getirmiştir.
Hurma ağacını da, kendine doğru silk! Üstüne, derilmiş taze hurma dökülecektir!
Artık, ye, iç! Gözün aydın olsun!
Eğer, beşerden herhangi birini görürsen:
Ben, O çok Esirgeyici (Allâh)a oruç adadım.
Onun için, ben bu gün, hiç bir kimseye katiyen söz söylemeyeceğim!" de!
Derken, Onu (İsa´yı), yüklenerek kavmine getirdi.
"Ey Meryem! And olsun ki: sen, acâip bir şey yapmışsın!?
Ey Harun´un kız kardeşi! Senin baban, kötü bir adam değildi.
Anan da, iffetsiz bir kadın değildi!?" dediler.
Bunun üzerine, (Meryem), ona (İsâya) işaret etti.
"Biz, henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?!" dediler. [59]
(İsâ dile gelip):
"Ben, hakikat, Allah´ın kuluyum!
O, bana, Kitab verdi.
Beni, Peygamber yaptı.
Beni, her nerede bulunursam, mübarek kıldı.
Bana, ben, hayatta oldukça, namazı, zekâtı emretti.
Beni, anneme hürmetkar kıldı.
Beni, bir zorba, bir bedbaht yapmadı.
Dünyaya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, Selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir." dedi.[60]
Bundan sonra, İsâ Aleyhisselâm, yaşıtları gibi, konuşma zamanı gelinceye kadar, bir daha konuşmamıştır.[61]
Fakat, Hz.Meryem:
"Ben, tenhâda bulunduğum zaman, o bana karnımdan söyler ve benimle konuşurdu.
İnsanlar içinde bulunduğum zamanda ise, karnımda teşbih ederdi." demiştir.[62]
İsrail oğulları, Hz.Meryem´in, zina ettiğini sanarak[63] kendisini, taşlayıp öldürmek için, ellerine taş almışlardı!
İsâ Aleyhisselâm, konuşunca, Hz.Meryem´i serbest bıraktılar.[64]
İsrail oğullarının küfre düşmelerinin sebeplerinden birisi de[65], namusunu bir kale gibi koruyan[66] Hz.Meryem´e, zina isnad ve iftira etmeleri idi. [67]
İsâ Aleyhisselâmın doğum yeri Beytüllahm´di. [68] Beytüllahm, Beytülmakdis´in yakınında, bir yerdir. [69]
Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´a Gidişi:
Yüce Allah; Hz.Meryem´e, kavmi olan İsrail oğullarının[70], kendisini de, oğlunu da[71], öldürmeğe kalkacaklarını[72], kavminin yurdundan[73] hemen çıkıp gitmesini vahy ve ilham etmişti.
Bunun üzerine, Hz.Meryemle İsâ Aleyhisselâmı, amcasının oğlu Yûsuf Neccar, merkebe bindirip acele Mısır´a kadar götürüp bıraktı.[74]
Anne oğul, Mısırda bir tepeye yerleştiler.[75]
Bu hususta Kur´ân-ı kerimde şöyle buyrulur:
"Meryem´in oğlunu ve Onun anasını (kudretimize) bir âyet kıldık.
Onları, düz ve akar suya mâlik bir tepede barındırdık. [76]
Mısır Hayatı Ve Halkın İsâ Aleyhisselâm´dan Gördükleri Şaşılacak Haller:
Hz.Meryem, Mısır´da, on iki yıl kaldı. İsâ Aleyhisselâmı, halktan, gizledi. [77] Hiç kimse, İsâ Aleyhisselâmın, onun oğlu olduğunun farkına varmadı.
Hz.Meryem´in, ne oğlunun hayatı hakkında, ne de, geçimi hakkında, hiç kimseye güvenci yoktu.
Bir tarladan ekin biçildiğini işitti mi? [78] hemen, oğlunun beşiğini, bir omuzuna alır, toplayacağı başakları koyacağı kabı da, o bir omuzuna yüklenerek tarlaya gidip başak toplardı.
Hz.Meryem; İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşını tamamlayıncaya kadar, böyle yapmağa devam etti. [79]
Hz.Meryem; Mısır halkından, bir çiftlik ağasının evine konuk olmuştu. Çiftlik ağasının evinde yalnız fakirler ve yoksullar otururdu. O sırada, çiftlik ağasına âid bir mal, saklandığı yerden çalınmıştı. Fakat, Ağa evinde barınan fakir ve yoksulları, suçlamıyordu. Hz.Meryem ise, ağanın uğradığı bu musîbetten dolayı üzgündü.
İsâ Aleyhisselâm; annesinin, ev sahibinin musibetine, üzüldüğünü görünce, ona:
"Ey anneciğim! Çalınan malını, ona göstermemi istermisin? diye sordu.
Hz. Meryem:
"Evet! İsterim ey oğulcuğum!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Öyle ise, ona söyle, benim için, yoksulları evine toplasın!" dedi.
Hz. Meryem, ev sahibine, yoksulları evinde toplamasını, söyledi.
Yoksullar toplanınca, İsâ Aleyhisselâm, iki kişiyi suçlu buldu.
Onlardan, birisi: âmâ, diğeri kötürümdü!
İsâ Aleyhisselâm, kötürümü, kör´ün omuzuna bindirdikten sonra,:
"Onunla birlikte ayağa kalk!" dedi.
Âmâ:
"Ben, bunu, yapmaktan âcizim!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Peki! Dün gece, buna ayağa kalkmağa nasıl güc yetirdin?!" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâmın, bu sözünü işittikleri zaman, âmâyı ayağa kaldırdılar.
Körün, ensesine binen kötürüm, oradan deponun penceresine kadar uzandı.
İsâ Aleyhisselâm:
"İşte, dün gece, senin malını,âmâ olan gücü ile, kötürüm olan da, gözü ile birbirine yardım ederek böyle çalmışlardır!" dedi.
Kötürüm ve âmâ, İsâ Aleyhisselâmın sözünü doğruladılar, çiftlik ağasına, malını geri verdiler.
O da onu mal deposuna koydu ve:
"Ey Meryem! Bu malın yarısını sen al!" dedi.
Hz.Meryem:
"Ben, bunun için yaratılmadım!" dedi.
Çiftlik ağası:
"Öyle ise, onu alıp oğluna, ver!" dedi.
Hz. Meryem:
"O, hal ve şan yönünden, benden daha büyüktür!" dedi.
O zaman, İsâ Aleyhisselâm on iki yaşındaydı.[80]
Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´dan Şam´a Gidişleri:
Mısır halkı, İsâ Aleyhisselâmın yaptığı ve Allah´ın, ona verdiği şeylerden korkmağa başlayınca, Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´e oğlunu, Şam´a götürmesini, vahy ve ilham etti.
O da, emrolunan şeyi yerine getirdi. [81]
Şâm´ın Nasıra kariyesinde[82], Cebel-i´Halîl´de[83] yerleştiler.
Nasârâ adı da, bu kariyeden dolayı, verilmişti. [84]
İsâ Aleyhisselâm, otuz yaşına kadar, oradan ayrılmadı.[85]
İsâ Aleyhisselâma Vahy Gelişi Ve İncil´in Nazil Oluşu:
Otuz yaşında iken, İsâ Aleyhisselâma Vahy geldi[86], İncil nazil oldu.[87]
Yüce Allah, ona:
Halkı, Allah´a iman ve ibâdete davet etmeğe başlamasını,
Hastaları, kötürümleri[88], anadan doğma[89] körleri[90], delileri[91], alacalıları ve diğer her türlü hastalığa tutulmuş olanları, iyileştirmesini, emretti.
İsâ Aleyhisselâm da, kendisine emrolunanı yaptı.[92]
Halk, onu sevdi.[93]
Ona, meyil etti ve alıştı.[94]
Kendisine uyanlar çoğaldı.
Anısı, yükseldi, ünlendi.[95]
Bâzan, hastalardan[96], kötürümlerden[97]... binlercesi gelip, İsâ Aleyhisselâmın kapısında toplanırdı.
Hastalardan, İsâ Aleyhisselâmın yanına, yürüyerek gelmeğe gücü, yetenler, yürüyerek gelir, onlardan, gelecek güçte olmayanların yanında ise, kendisi, yürüyerek gider, onları[98], ancak, Allâha imân şartıyle[99], dua edip iyileştirirdi.[100]
İsâ Aleyhisselâm:
"Siz; Allah´ın Kelimesi ve Rûhu(ndan) olan; kötürümü, alaca hastalıklısını... iyileştiren ve ölüleri dirilten, benden başka bir kimse bulunduğunu biliyor musunuz?" diye sorar, onlar da:
"Hayır!" derlerdi.[101]
İsâ Aleyhisselâmın Hastaları İyileştirme Ve Ölüleri Diriltme Duası:
"Ey Allah´ım! Semâ´da İlâh Sen´sin! Yer´de İlâh Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı İlâh, yoktur!
Göklerde Cebbar olan, Sen´sin! Yer´de Cebbar olan Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Cebbar olan, yoktur!
Göklerde Hükümdar olan, Sensin! Yer´de Hükümdar olan, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Hükümdar yoktur!
Göklerde hüküm, Senindir! Yerde hüküm, Senindir!
İkisinde de, Senin hükmünden gayrı hüküm yoktur!
Senin, yer yüzündeki Kudretin, semâdaki Kudretin gibidir!
Senin, yer yüzündeki Saltanatın, semâdaki Saltanatın gibidir!
Ben, Senin Şerefli İsimlerinle, Sen´den dilekte bulunuyorum!
Hiç şüphe yok ki, Sen, her şeye Kadirsin, Senin, her şeye gücün yeter!"[102]
İsâ Aleyhisselâm; ölüleri, Esmây-ı Hüsnâ´dan Yâ Hayy´u Yâ Kayyûm! Esmâsı ile diriltirdi. [103]
İsâ Aleyhisselâmın zamanında tıb (Doktorluk) üstündü. [104]
Fakat, doktorlar; anadan doğma körün gözünü açmaktan, baras hastalığını, iyileştirmekten âcizlerdi. [105]
İsâ Aleyhisselâm ise, doktorların, gördürmekten âciz kaldıkları anadan doğma körleri, gördürüyor, onların iyileştiremedikleri alaca hastalıklarını, iyileştiriyor, hattâ, ölüleri bile diriltiyordu. [106]
Şeytanın İsâ Aleyhisselâm Hakkında Halkı Dalâlete Düşüren Telkini:
Büyük şeytan; çok yaşlı, güzel yüzlü ve gösterişli bir adam şekline girip kendisi gibi iki şeytanla birlikte gelince, halk, onların şekil ve şemaillerine bakarak, İsâ Aleyhisselâmdan döndüler, onlara, yöneldiler.
Yaşlı şeytan, onlara, şaşılacak şeyler haber vermeğe başladı ve İsâ Aleyhisselâm hakkında:
"Bu adamın, şaşılacak hali var: beşikte, konuştu!
Ölüleri, diriltti!
Gayb´dan, gelecekten haber verdi!
Hastayı, iyileştirdi!
Bu, Allâh´dır!" dedi.
Yaşlı şeytanın yanındaki adamlarından birisi:
"Ey Şeyh! Sen, ne kötü bir söz söyledin!
Allah´ın, ne kullarına tecellî etmesi, ne rahimlerde yerleşmesi, ne de kadınların karınlarına sığması, mümkin ve lâyık değildir!
Fakat, o, Allah´ın oğludur!" dedi. Üçüncü şeytan:
"İkiniz de, ne kötü sözler söylediniz! Söylediğiniz şeyler, hatâ ve cehaletten ibarettir. Allah´ın, bir oğul edinmesi lâyık değildir. Fakat, bu adam, Allah ile birlikte bulunan bir İlâh´dır!" dedi. Bu sözleri, söyleyip bitirdikleri zaman, kayboldular. [107]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri:
Rivayete göre: krallardan bir kral, yemek yaptırıp halkı, yemeğe davet etmiş, İsâ Aleyhisselâm da, yemek çanağının çevresinde oturmuştu. [108]
İsâ Aleyhisselâm, yemek çanağının, kendisinin önüne gelen tarafından yiyor[109], çanaktaki yemek, hiç eksilmiyordu.
Kral, İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, kimsin?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Ben, İsâ b.Meryem´im!" dedi.[110]
Kral:
"Ben, krallığı bıraktım, sana tâbi oldum!" dedi,[111] krallıktan ayrılıp bazı arkadaşlarıyla birlikte İsâ Aleyhisselâma tâbi oldu[112] ki, işte, İsâ Aleyhisselâmın Havarileri bunlardı.
Havarilerin, Boyacılar[113] veya Avcılar, ya da, daha başka meslekten oldukları da, söylenmiştir.[114]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri hakkında Kur´ân-ı Kerim´de şöyle buyrulur:
"Vaktâ ki, İsâ, onlardan (İsrail oğullarından, ısrarla taşan) küfrü, hissetti de:
"Allah´a (doğru giden yolda) bana, yardım edecekler kim?" dedi.
Havariler:
"Biziz, Allah´ın Yardımcıları!
Biz, Allah´a, inandık.
Sen de (Ey İsâ!) Şâhid ol ki: biz, muhakkak Müslümanlarız!" dediler)."[115]
İsâ Aleyhisselâmın yanındaki Havariler, on iki kişi idiler.[116]
Onların isimleri şöyledir:
1) Butrus,
2) Enderais (Enderavüs),
3) Tumas,
4) Filibüs,
5) Yuhannes (b. Zebdî),
6) Yâkubüs (Yâkub b.Zebdî),
7) İbn.Selma (Telma),
8) Simun (Şem´un),
9) Matta,
10) Yâkub b.Halkya,
11) Tüddavüs,
12) Yudüs Zekeriyya Yuta.[117]
Havarîler, acıktıkları zaman, İsâ Aleyhisselâma:
"Ey Allah´ın Ruhu! Biz, acıktık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da[118], ovada veya dağda[119], elini yere vururdu.
Oradan, her bir insan için, iki ekmek çıkar[120], onları yerlerdi.[121]
Susadıkları zaman da:
"Ey Ruhullâh! Biz susadık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da, ovada veya dağda, elini yere vurur, yerden su çıkar, içerlerdi.
Havariler:
"Ey Ruhullâh![122] Bizden daha faziletli kim var?:
İstediğimiz zaman, bize ekmek yediriyorsun.[123]
İstediğimiz zaman[124], bize su içiriyorsun![125]
Hem de, Sana iman ettik ve sana tâbi olduk!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Eli ile çahşan[126]
Elinin kazancından yiyen kimse, sizden daha faziletlidir." dedi.
Bunun üzerine, Havariler, ücretle elbise yıkayarak geçinir oldular.[127]
Sâm b. Nûh Aleyhisselâm´dan Gemi Hakkında Bilgi Alınışı :
İsâ Aleyhisselâm; bir gün, Havarilerle birlikte iken[128], İsâ Aleyhisselâm, Nûh Aleyhisselâmın gemisini tavsif[129], Nûh Aleynisselâmdan, Tûfan´dan ve Gemi´den bahsedince[130], Havariler:
"Keske, gemiyi gören bir kimseyi, bize[131] diriltmiş[132], göndermiş[133] olsaydın da[134], o bize onu anlatsa[135], tarif etseydi!" dediler.[136]
İsâ Aleyhisselâm, kalkıp küçük düz bir tepeye[137], oradaki kabre kadar gitti.[138]
Elini, yere uzatıp oradan bir avuç toprak aldı[139]: "Bu, nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Havariler:
"Allah ve Resulü, daha iyi bilir!" dediler.[140]
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, Sâm b.Nûh´un[141] kabridir!
İstiyorsanız, onu sizin için dirilteyim!" dedi.
Havariler:
"Olur! Dirilt!" dediler.[142]
İsâ Aleyhisselâm, Allâh´a[143], İsm-i Âzam´ıyla[144] dua etti.[145]
Toprak yığınına, asasıyla vurup:
"Allah´ın izniyle[146] diril![147] kalk!" deyince, başının saçı[148], saçının yarısı[149] ağarmış olduğu halde[150], Sâm b.Nûh[151] veya Hâm b.Nûh[152], başından toprağı silkerek ayağa kalktı[153], kabrinden çıktı.[154]
"Yoksa, Kıyamet mi koptu?" dedi. İsâ Aleyhisselâm: "Hayır! Kıyamet, kopmadı.
Fakat, ben, Allâh´a[155], İsm-i Âzam´ıyla[156] dua ettim.[157] Allah da, seni diriltti." dedi.[158]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Sen, böyle, saçı, ağarmış olarak mı ölmüştün?" diye sordu.
O:
"Hayır! Ben, genç iken ölmüştüm.
Fakat, şimdi, kıyamet koptu sandım da, saçım ağardı!" dedi.[159]
Sâm b.Nûh Aleyhisselâm, beş yüz yıl yaşamıştı.
O zaman, saç hiç ağarmazdı.
Halbuki, onun saçının yarısı ağarmıştı.[160]
Havârîler, ona, gemi hakkında, bir takım sorular sordular.[161]
O da, onlara, geminin haberini haber verdi.[162]
Nûh Aleyhisselâmın gemisini anlattı.[163] Sonra da:
"Bu, İsâ b.Meryem´dir. Ona, tâbi olunuz!" dedi.[164]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Öl artık!" dedi.
Sâm b. Nuh Aleyhisselâm:
"Bana, Allah ölüm sarhoşluğunu tekrarlamamak şartıyla!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a dua etti.
Allah da, onun ölümünü öyle yaptı.[165]
İsrail Oğullarının İstekleri Yapılmazsa, İsâ Aleyhisselâmı Yakmağa Kalkışmaları:
İsrail oğulları[166], İsâ Aleyhisselâma: "Bize, Uzeyr´i dirilt!
Yoksa, seni, ateşte yakarız!" demişler[167] ve İsâ Aleyhisselâm için, üzüm odunlarından pek çok odun toplamışlardı.
O zaman, İsrailoğulları, ölülerini taş sandıklar içine koyarlar, sandıkların üzerlerine de, taştan, iyice kapanan kapaklar geçirirlerdi.
Uzeyr Aleyhisselâmın kabrini de, arkasında ismi yazılı olduğu halde buldular. Bütün uğraşmalarına rağmen onu, kabrinden çıkarmağa güc yetiremediler.
Dönüp İsâ Aleyhisselâma haber verdiler.
İsâ Aleyhisselâm, içinde su bulunan bir kabı onlara uzattı ve:
"Bu suyu, onun kabrinin üzerine saçınız!" dedi.
Saçtılar.
Kapak, açıldı.
İsâ Aleyhisselâmı, götürdüler.
Uzeyr Aleyhisselâm, kefeninin içinde, öylece duruyordu.
Sonra, elbisesini, üzerinden soydular.[168]
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a dua etti.[169]
Uzeyr Aleyhisselâma da:
"Ey Uzeyr! Yüce Allah´ın izniyle diril!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, dirilip oturduğu zaman, İsrail oğulları, bütün bunları gözleriyle gördüler.[170]
Kendileri de; İsâ Aleyhisselâm hakkında[171]:
"Ey Uzeyr![172] Şu adam için, şehâdette bulunur musun?" diye sordular,
Uzeyr Aleyhisselâm:
"Ben, onun, Allah´ın kulu ve Resulü olduğuna, şehâdet ederim!" dedi.[173]
Bunun üzerine, İsrail oğulları:
"Ey İsâ! Bizim için, Rabbine dua et te, onu bizim aramızda, sağ olarak bulundursun!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Onu, kabrine iade ediniz!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, kabrine iade edildi ve öldü.
İsâ Aleyhisselâma, iman eden, iman etti; küfründe direnen de, küfründe direndi.[174]
İsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarına, böyle, mucizelerle gönderildiği zaman, onların münafık ve kâfir olanları, şaşırıyorlar, alay ediyorlar:
"Filanın, dün gece yediği ve evinde biriktirdiği şeyleri, onlara haber veriyormuş!?" diyorlar;
Bu, mü´minlerin imanlarını, kâfir ve münafık olanların da, küfürlerini ve şüphelerini artırıyordu.
Ölüleri, diriltme mucizeleri ise, kâfir ve münafık yahûdileri, büsbütün kızdırıyordu.[175]
Matta İncil´inde bildirildiğine göre: İsâ Aleyhisselâmın, Havra da hikmetli, ibretli temsillerle yaptığı konuşmadan da, şaşkına dönen Yahûdîler:
"Bu Adam´ın, bu hikmeti ve bu kudret işleri, bu şeyleri, nereden geliyor?!" dediler, ona, peygamberliği yakıştıramadılar ve peygamberliğine inanmadılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Bir Peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir." dedi.
Onların imansızlıklarından dolayı, orada çok kudret işleri yapmadı.[176]
İsrail Oğulları İle Havarilerin Kendileri İçin Gökten Sofra İndirilmesini İstemeleri:
İsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarına:
"Sizler, Allah için, otuz gün oruç tuttuktan sonra, ondan, isteyeceğinizi isteseniz de, size istediğiniz şey verilse, olmaz mı?
Çünkü, işçinin ücreti, kendisinin işi üzerine verilir" dedi.
İsrail oğulları, İsâ Aleyhisselâmın, dediğini yaptıktan, otuz gün oruç tuttuktan sonra:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bize:
"İşçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir!" dedin ve otuz gün oruç tutmamızı, bize emrettin.
Biz de, otuz gün oruç tutup emrini yerine getirdik.
Bizim, hiç bir kimseye otuz gün çalışıp ta, işimizi bitirince, yemek yedirilmediğimiz gün olmamıştır.[177]
Ey İsâ! Biz, bir kimsenin işini, yapınca yemek yediriliriz.
Biz oruç tuttuk, acıktık.
Üzerimize, gökten bir sofra indirilmesi için, Allah´a dua et!" dediler.[178]
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, otuz gün oruç tutmalarını, Havarilere de emretmişti.
Onlar da, otuz gün oruç tutmuş bulunuyorlardı.[179]
İnen yemek sofrasının sıfatı ve mâhiyeti hakkında bilginlerin rivayetleri çok değişiktir.[180]
Bazılarına göre: meleklerin, semâdan[181] getirip İsrail oğulları ile Havârîlerin önlerine koydukları sofranın üzerinde[182], arpa unundan yapılmış[183] yedi ekmekle, yedi balık vardı.[184]
İsâ Aleyhisselâm, ağladı ve:
"Allah´ım! Beni, şükredenlerden eyle!
Allah´ım! Bu sofrayı, bir rahmet kıl! Onu, bir ceza ve azab kılma!" diyerek dua etti.[185]
Sofra inince, zenginler, fakirler, büyükler, küçükler, erkekler, kadınlar, sofranın başına yığıldılar.[186]
İsâ Aleyhisselâm´a:
"Ey Rûhullâh! [187] Bundan, ilk önce yiyen, Sen ol! Sonra da, biz, yiyelim!" dediler. [188]
İsâ Aleyhisselâm:
"Allah, onu yemekten beni korusun! [189]
Fakat, ondan, isteyen yiyebilir!" dedi. [190]
Kendisi, ondan hiç yemedi. [191]
Havariler de [192], ondan yemekten korktular. [193] Yemediler. [194]
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm; o yemeğe; fakirleri, hastaları, [195] kötürümleri,[196] cüzzam hastalığına tutulmuş olanları, çağırıp onlara:
"Allah´ın rızkından yiyiniz!
Bu, sizin için ihsan, sizden başkaları için belâdır!" dedi.[197]
Kadın, erkek[198] fakirlerinden, kötürümlerinden, hastalarından, mübtelâlarından bin üç yüz kişi, ondan yediler, hepsi de doydular[199], genirdiler.[200]
Onların, en sonuncusu, ondan, en başındakinin yediği gibi, yemişti´[201] Bir cemâat gelip ondan, yiyor, sonra çıkıyor, başkaları geliyordu.
Onlar da, yedikten sonra çıkıyordu.
Böylece, onların hepsi yemişler, daha da artmış kalmıştı.[202]
İsâ Aleyhisselâm, balığa baktı, gökten indiği sıradaki gibi duruyordu.[203]
Rivayete göre, sofradan yiyenlerin sayısı: beş bindi.[204] Biraz daha fazla idi.[205]
Hattâ, yedi bine yakındı.[206]
O gün; hasta olup ta, ondan yiyince iyileşmeyen, kötürüm olup ta yürüyemeyen, mübtelâ olup ta ihtilasından kurtulmayan, fakir olupta zenginliğe kavuşmayan ve ölünceye kadar da, zenginlik hali devam etmeyen yoktu. [207]
Onlar, sofraya bakarlarken, sofra, semâya yükselip gözden kayboldu. Havariler, sofradan yemediklerine pişman oldular. [208] Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma:
"Soframı ve rızkımı, zenginler dışında, fakirlere tahsis et!" diye vahyetmişti.[209]
İsâ Aleyhisselâm da, öyle yapınca[210], bu zenginlerin çok ağırına gitti. [211]
Onun, gökten inişini, inkâr ettiler.[212]
Sofra hakkında şüpheye düştüler ve halkı da şüpheye düşürdüler. [213]
"Siz, sofranın, gerçekten, semâdan indiğini mi sanıyorsunuz?" dediler. [214]
Sofrayı, görmeyenler de,[215], onu inkâr ettiler.[216]:
"Yazıklar olsun size![217] O, sizin gözlerinizi büyülemiştir!" dediler.[218]
Yüce Allah, kimin hayrını murad ettiyse, o, basîret üzere imanda sebat etti.
Kimin de, fitneye tutulmasını, murad ettiyse, onlar da küfürlerine döndüler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Siz, helak oldunuz, Allah´ın azabına hazırlandınız!" dedi.[219]
Sofranın Gökten İndiğini İnkâr Edenlerin Akıbeti:
Sofranın, gökten indiğini inkâr eden İsrail oğullarından üç yüz otuz[220], üçyüz otuz üç[221] kişi, yurdlarında geceleyin, döşekleri üzerinde aileleriyle birlikte yatarlarken, domuzlara çevrilmiş olarak sabahladılar.[222]
Domuzlara çevrilmiş olanlar içinde ne bir kadın, ne de bir çocuk vardı.[223]
Domuza çevirilen Yahûdîler, yolları ve meydanları dolduruyor, helâlardaki pislikleri, yiyorlardı.[224]
Halk, onların bu hallerini görünce, korktular.
İsâ Aleyhisselâmın yanına vardılar. Ona, ağladılar.
İsâ Aleyhisselâm da, onların ev halklarının bu hâle düşmelerine ağladı.
Domuzlar, İsâ Aleyhisselâmı, gördükleri zaman ağladılar ve çevresinde dönüp dolaşmağa başladılar.
İsâ Aleyhisselâm, onları isimleriyle birer birer çağırıyor.[225] Onlara: "Sen, filan, sen filan, sen filan değil misin" diye soruyor[226] Onlar; ağlıyor.[227]
"Evet! demek istiyor[228], başlarını sallayarak işaret ediyorlar[229], konuşamıyorlardı.
Öylece, üç gün yaşadıktan sonra, ölüp gittiler.[230]
Kur´ân-ı Kerimin Sofra Hakkındaki Açıklaması:
"O vakit, Havariler:
Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb´in, bizim üstümüze gökten bir Sofra indirebilir mi?" demiş,
O (da):
"Eğer, inanmış (adam)larsanız, Allâh'ın kudretinden ve benim Peygamberliğimden kuşkuya sapmak)dan korkunuz! demişti.
(Havârîler):
İstiyoruz ki: biz de, ondan yiyelim, kalblerimiz yatışsın.
Senin, bize hakîkaten doğru söylediğini bilelim ve biz de, bunun üzerine şahidlik edenlerden olalım!" dediler.
Meryem oğlu İsâ (dua ederek):
"Ey Allah! Ey Bizim Rabbimiz! Üstümüze, gökten bir sofra indir ki, bizim hem evvelimiz, hem âhirimiz için, bir bayram ve Sen´den bir âyet (Mucize) olsun! Bizi, rızıklandırsın!
Sen, rızık verenlerin, en hayırlısısın!" dedi.
Allah:
"Ben, onu sizin üzerinize şüphesiz indiriciyim.
Artık (ondan) sonra, içinizden, kim nankörlük eder (küfre döner)se, işte ben onu muhakkak ki, âlemlerden hiç birini azablandırmayacağım bir azabla azablandırırım!" buyurdu. [231]
İsâ Aleyhisselâmın Hacca Gidişi Ve Hac Telbiyesi:
Revhâ vadisindeki Hacc yolundan, üzerlerine, yün aba giyinmiş, develerinin lifden yularlarını tutmuş oldukları halde, yetmiş Peygamberin Hacc için, telbiye ederek Mekke´ye gelip Hayf Mescidinde namaz kıldıkları rivayet edilir.
İsâ Aleyhisselamın Hacc Telbiyesi: "Lebbeyk.... = Buyur Allâhım, buyur! Emrine, amadeyim! Ben, Senin kulun´um.
Senin, iki kulunun kızı olan câriye kulunun oğluyum!" tarzında idi. [232]
İsâ Aleyhisselâmın Havarilerden Ve Etba´dan Her Tarafa Dâvetciler Gönderişi:
İsâ Aleyhisselâm; uzak veya yakın ülkelere, Havarilerden dâvetciler göndermek istediği zaman, yakın yere gönderdiği seve seve gitti ve selâmete erdi.
Uzak yere göndermek istediği kimseler ise, güçsündüler, yüksündüler ve kaçındılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm onların bu hallerinden Yüce Allah´a şikâyetlerdi.
Güçsünen ve yüksünenlerden her biri, gönderilecekleri kavmin dilini konuşur olduğu halde, sabaha çıktı.[233]
İsâ Aleyhisselâm:
1) Havarilerden Butrus´u, Havârî olmayan Etba´dan, Buluş ile birlikte Rümiye´ye;
2) Havarilerden Enderais´i, ve Matta´yı, insan yiyen zencilerin yurduna;
3) Tumas´ı, Doğu ülkesindeki Babil´e;
4) Filibüs´ü, Kayravan ve Kartacanna´ya (Afrikaya);
5) Yuhannes´i, Eshab-ı Kehf kariyesi Efsus (Defsus)a;
6) Yâkubüs´ü, Orışalım´a (İlya´ya, Beytülmakdis´e):
7) İbn.Selma´yı, Hicaz ülkesine Araplara;
8) Simun´u, Afrika yanında Berberlerin yurduna;
9) Havarilerden olmayan Yahuda´yı, -Yuzez (Yudis) Zekeriya Yuta´nın yerine-Eryübüs´e gönderdi.[234]
Antakya Halkının Elçileri Öldürmeğe Kalkışmaları Ve Helak Olmaları :
İsâ Aleyhisselâm; putperest Antakya halkına da, Havarilerinden, içlerinde Şemun´un da, bulunduğu, üç elçi göndermişti.
Elçiler; ilk önce, Antakya halkından Habib b.Mürrey´e rastladılar.
Habib b.Mürreyyin evi, şehir kapılarının yanında, şehirden uzakça bir yerde bulunuyordu.
İşi, urgancılıktı.
Kendisi, hastalıklı bir zat idi. Cüzzam miskin hastalığına tutulmuştu.
Hayra eli açık mümin bir zat idi. Kazancını, akşamlayın bir araya toplar, ikiye böler, yarısı ile çoluk çocuğunu geçindirir, yarısını da yoksullara dağıtırdı.
Hastalığı, zayıflığı ve işi, kendisini ibadetten alıkoymazdı.
Habib b.Müreyy; Antakya halkının, gönderilen Elçileri öldürmek üzere söz birliği ettiklerini haber aldığı zaman, koşup yanlarına vardı. Onlara, Allah´ı hatırlattı, kendilerini öğütledi, elçilere uymağa davet etti.
Antakya halkı ise, onu taşa tuttular, ayaklarının altına alıp çiğnediler.
Habib b.Müreyy ise: "Ey Allah´ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâhım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâhım! Kavmime doğru yolu göster!" diye dua ede ede can verdi. [235]
Antakya halkını da, Cebrail Aleyhisselâmın bir sayhası, haykırışı helak etmeğe yetti.
Habib b.Müreyy´in kabri, Antakya çarşısındadır.[236]
Hâdise, Kur´an-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Onlara, o şehir (Antakya) eshabını misal getir:
Hani, oraya (gönderilen) elçiler gelmişti.
Biz, o zaman, kendilerine iki (Elçi) göndermiştik te, onlar onları yalanlamışlardı.
Biz de, bir üçüncü ile (bunları) takviye etmiştik.
(Bunlar, onlara): biz, size gönderilmiş hak elçileriz! demişlerdi.
Onlar: siz, bizim gibi insandan başka (kimseler) değilsiniz!
Hem, Rahman (olan Allah, Vahy´den, Risaletten) hiç bir şey indirmemiştir.
Siz, ancak, yalan söyler kimselersiniz! dediler.
(Elçiler): Rabbimiz biliyor ki, biz, gerçekten, size gönderilmiş elçileriz!
Bizim üzerimize (düşen vazife) apaçık tebliğden başka (bir şey) değildir! dediler.
(Şehir halkı): doğrusu, biz sizin yüzünüzden uğursuzlandık.
Eğer, (bizimle uğraşmaktan) vazgeçmezseniz, and olsun ki, sizi mutlaka taşlarız! Size bizden, muhakkak acıklı bir işkence de dokunur! dediler.
(Elçiler): sizin uğursuzluğunuz, kendi yanınızdadır (kendinizdendir)
Size öğüt verilirse mi (uğursuzluk sayacak ve küfrünüzde devam edeceksiniz)?!
Hayır! Siz, haddi aşan, taşanlar güruhusunuz! dediler.
O şehrin en ucundan koşarak bir adam geldi ve Ey kavmim! Uyunuz o gönderilmiş olan (Elçiler)e!
Uyunuz, sizden hiç bir ücret istemeyen o kişilere! Onlar, hidayete ermiş (kişi)lerdir. Ben, beni Yaratan´a ne diye kulluk etmeyecekmişim?! Siz, (hepiniz) ancak, O´na döndürülüp götürüleceksiniz. Ben, O´ndan başka, tanrılar edinir miyim hiç?
Eğer, O çok Esirgeyici (Allah), bana bir zarar (yapmak) isterse, onların (o putların iddia ettiğiniz) şefaati, bana hiç bir yarar vermez. Onlar, beni asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ki, ben o takdirde, muhakkak bir sapıklık içindeyim (demek)tir.
Gerçekten, ben, (sizin de) Rabbınız (olan Allâha) iman ettim.
İşte, bunu, benden duyunuz!" dedi.
(Şehid ettikleri zaman, ona): Cennet´e gir!" denildi.
(O da): ne olurdu, Rabbimin, beni, yarlıgadığını, beni, (Cennetle) ikram edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!" dedi.
Ondan sonra, onun kavminin üzerine, gökten hiç bir ordu indirmedik, indiriciler de değildik.
(Onları helak eden) bir tek Sayha´dan (Cebrail´in haykırışından) başka (bir şey) değildi ki, hemen sönüverdiler!" (Yâsîn: 13-29)[237]
İsâ Aleyhisselâmın Ölen Bir Dostunu Diriltişi:
Beytülmakdis´in bir kariyesinde[238] İsâ Aleyhisselâmın, Âzer adında bir dostu vardı.[239]
Âzer, hastalanınca Âzer´in kız kardeşi, İsâ Aleyhisselâma: "Kardeşin, ölüyor! Hemen, onun yanına gel!" diye haber salmıştı. Âzer´in arası ile İsâ Aleyhisselâmın arası üç günlük yoldu.[240]
İsâ Aleyhisselâmla Eshabı[241], Âzer´in kariyesine[242] vardıkları zaman, onu üç gün önce, ölmüş[243], oradaki mağaranın içine gömülmüş[244] buldular.[245]
İsâ Aleyhisselâm, o kariyeye gelince, Âzer´in iki kız kardeşi, onun yanına varıp:
"Ey Efendimiz! Dostun Âzer, ölmüş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, üzüldü ve kızlara:
"Onun kabri, nerededir?" diye sordu.[246]:
"Bizi, onun kabrine götürünüz!" dedi.´[247]
Götürdüler.[248]
Âzer´in mağarada, üzerine taş[249] kapak kapatılmış[250] kabrine vardılar.[251]
İsâ Aleyhisselâm:
"Taş kapağı, açınız!" dedi.
"Dört günden beri kokmuş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, mağaraya yaklaşarak:
"Rabbim! Hamd, sana mahsustur.[252]
Ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerin Rabbi olan Allah´ım!
Beni, İsrail oğullarına, Sen gönderdin.
Onları, senin dinine davet ettim.
Kendilerine -Senin izninle- ölüleri dirilteceğimi haber verdim.[253]
Ben, iyice biliyorum ki, her şeyi veren Sensin!
Fakat, ben, şu ayakta dikilen cemâatta, Senin, beni peygamber olarak gönderdiğine iman etsinler ve beni doğrulasınlar diyorum. [254]
Âzer´i, dirilt! [255] dedikten sonra, Âzer´e: "Kalk!" dedi.
Âzer, iki eli, iki ayağı, sımsıkı bağlanmış, üzerindeki kefenini, sürür bir halde[256], kabrinden çıkıp[257] ayağa kalktı.[258]
Yahûdî kavminden, orada bulunanlar, İsâ Aleyhisselâma hemen iman ettiler; Âzer´e, bakıyorlar, onun dirilişine şaşıp duruyorlardı.[259]
Yahûdî İleri Gelenleri Ve Din Bilginlerinin İsâ Aleyhisselâmı Öldürmeyi Kararlaştırmaları:
Bunun üzerine, yahûdîlerin ulu kişileri ve din bilginleri, toplandılar ve:
"Biz; bunun (İsâ Aleyhisselâmın), bize karşı dinimizi bozmasından ve halkın ona uymasından korkuyoruz!" dediler.
Şekillerden, izlerden, neseblerden, çok iyi anlayan Kâhinler Başkanı onlara:
"Bir tek adamı, vadide giderken tutup öldürmek, hayırdır!" dedi ve İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek üzere söz birliği ettiler. [260]
Kendisini, öldürmeye yöneldiler. [261]
Yahûdîler, zamanın krallarından bazısına da, İsâ Aleyhisselâm aleyhinde ihbarda bulundular ve onu öldürmeye ve asmağa azmettiler. [262]
Kendisini, öldürmek için aramağa başladılar. [263]
İsâ Aleyhisselâmla Annesine Dil Uzatan Yahudilerin Domuzlara Çevrilişi:
İsâ Aleyhisselâm, merkep üzerinde Oraşalim (Beytülmakdis)e girmiş[264] yahudilerden, bazı kimselerle karşılaşmıştı.
Onlar, İsâ Aleyhisselâmı görünce:
"Sihirbaz kadının oğlu Sihirbaz, kötü işler yapıcısı kadının, kötü işler yapıcı oğlu geldi!" dediler ve bu sözleriyle, ona ve annesine isnad ve iftirada bulundular.[265]
İsâ Aleyhisselâm, bunları işitince[266], onların aleyhlerinde[267]:
"Ey Allah´ım! Sen, benim Rabb´imsin!
Ben, Senin eserin olan Rûh´undan çıkarıldım ve Senin Ol! kelimenle yaratıldım.
Ben, onlara, kendiliğimden Peygamber gelmedim.
Ey Allah´ım! Bana ve anama söven kimselere lanet et, onları rahmetinden uzaklaştır!" diyerek[268] dua etti.
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın duasını kabul buyurup[269], ona ve onun annesine sövüp saymış olanları[270], domuzlara çeviriverdi!
İsrail oğullarının başkanı, bunu görünce büyük bir korkuya düştü. Yahudiler, İsâ Aleyhisselâmı öldürmek hususunda söz birliği yaptılar.[271]
İsâ Aleyhisselâma Dünyadan Ayrılacağının Bildirilişi:
Rivayete göre:
Dünyadan ayrılacağı, Yüce Allah tarafından bildirildiği zaman, İsâ Aleyhisselâm, Havarilerini, yanına çağırmış, yemekten sonra, onlara:
"Çoban, gidince, davar dağılır!" demiş ve bununla, kendisinin öleceğini anlatmak istemiş.
İçlerinden birisinin; horoz üç kerre ötmeden önce kendisini, inkâr edeceğini, birisinin de, kendisini az bir karşılığa (otuz dirheme) satıp bedelini yiyeceğini haber vermişti.
Gerçekten de yahûdîler, İsâ Aleyhisselâmı öldürmek için ararlarken, Havarilerden Şemun´u, yakalayıp:
"İşte, bu onun arkadaşlarındandır!" dedikleri zaman, Şem´un:
"Ben, onun arkadaşı, değilim!" diyerek inkârda bulunmuş ve bırakılmış, horozun öttüğünü işitince de, üzülmüş ve ağlamağa başlamıştı.
Havarilerden birisi de, Yahûdîlerin yanına varıp:
"Mesîh´in yerini, size gösterirsem, bana ne verirsiniz?" demiş, onların verdiği otuz dirhemi alıp İsâ Aleyhisselâmın bulunduğu yeri onlara göstermiştir.[272]
İsâ Aleyhisselâmın, Yahudiler Tarafından Öldürülmek İstenilince Semâya Kaldırılışı:
Rivayete göre:
Yahudiler, bir gün[273] toplanıp İsâ Aleyhisselâmı sorguya çektiler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ey Yahûdî cemaatları! Hiç şüphesiz, Allah, size buğz ediyor, sizden nefret ediyordur!" deyince, İsâ Aleyhisselâmın sözlerine, son derecede kızdılar ve öldürmek için üzerine yürüdüler.
O sırada, Yüce Allah Cebrail Aleyhisselâmı gönderdi. O da, İsâ Aleyhisselâmı, bir evin cümle kapısının içindeki küçük kapısından içeri soktu.
Yüce Allah; evin tavanındaki pencereden İsâ Aleyhisselâmı, semâya kaldırdı. Yahûdîlerin Başkanı, adamlarından birisine:
İsâ Aleyhisselâmın yanına girmesini ve onu orada öldürmesini emretti.[274] Adam, içeri girdiği zaman, orada İsâ Aleyhisselâmı, göremedi.
Dışarıdakilerin yanına çıkmayı geciktirince, onun İsâ Aleyhisselâmı öldürmeğe uğraştığını, sandılar.[275]
Yüce Allah; adamı, İsâ Aleyhisselâma benzetti.
Adam, dışarıdakilerin yanına çıkınca, kendisini İsâ Aleyhisselâm sandılar, hemen onu öldürdüler ve astılar.[276]
Diğer rivayetlerde ise:
Yahûdîlerin; İsâ Aleyhisselâmı, yakalayıp bağladıkları ve hakaret ederek götürdükleri ve asacakları sırada, İsâ Aleyhisselâmın semâya kaldırıldığı bildirildiği gibi;[277]
Yakalayıp hakaret ederek götürdükleri, İsâ Aleyhisselâm olmayıp Yahûdîlere, İsâ Aleyhisselâmın yerini gösteren Havârî olduğu[278];
İsâ Aleyhisselâmı, asmak istedikleri sırada, yer yüzüne karanlık çöktüğü ve Meleklerin, Yahudilerle İsâ Aleyhisselâm arasına gerildikleri ve İsâ Aleyhisselâmın yerini, Yahûdîlere gösteren ve İsâ Aleyhisselâma benzetilen Havârî´yi yakalayıp[279], kendisinin:
"Ben, size, onun yerini, gösterenim!" demesine bakmayarak´[280] İsâ Aleyhisselâmın yerine, onu[281] öldürüp[282] ağaca astıkları[283];
Yahûdîler tarafından kuşatıldıkları evde bütün Havârîlerin, İsâ Aleyhisselâma benzetildikleri ve onlardan birisinin, İsâ Aleyhisselâm için, kendisini, feda ettiği de, bildirilmekte ve bu hususta daha başka bilgiler de verilmektedir.[284]
İsâ Aleyhisselâm, semâya kaldırıldığı zaman, otuz üç yaşında idi.[285]
Kur´ân-ı Kerimin Bu Husustaki Açıklaması:
"Bir de, onların (İsa´yı) inkâr ile kâfir olmaları, Meryem´in aleyhinde büyük iftira atıp söylemeleri,
Biz, Allah´ın Peygamberi Meryem oğlu Mesih İsa´yı, öldürdük! demeleri sebebiyledir ki, kendilerini, rahmetimizden kovduk)
Halbuki onlar, onu öldürmediler, onu asmadılar da.
Fakat, (öldürülen ve asılan adam), kendilerine (İsâ) gibi gösterildi.
(Zâten ve) hakîkatan (İsâ ve onun katli) hakkında, kendileri de, ihtilâfa düşüp kat´î bir şek ve şüphe içindedirler.
Onların, buna (Onun katline) âid hiç bir bilgileri yoktur.
Ancak (kupkuru) zanna uymaktadırlar.
Onu, yakînen öldürmemişlerdir.
Bilakis, Allah, onu, yükseltip kendisine kaldırmıştır.
Allah, mutlak Galib´dir, yegâne hüküm ve Hikmet sahibidir. [286]
İsâ Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili Ve Zâhidâne Yaşantısı:
İsâ Aleyhisselâm: orta boylu, hamamdan çıkmış gibi, kırmızıya çalar beyaz benizli[287], dağınık[288], düz saçlı idi.[289]
Saçını, uzatır, omuzları arasına salardı.[290]
Saçına, hiç yağ sürmezdi.[291]
Geniş göğüslü[292], küçük yüzlü[293], çok ben´li idi. [294]
Sırtına kıl [295], yün elbise [296], ayağına, ağaç kabuğundan yapılmış, tasması hurma lifinden sandal giyerdi. [297]
Çoğu zaman, yalın ayak yürürdü. [298]
Kendisinin, ne geceleri varıp içinde barınacağı [299] bir evi [300], ne bir ev eşyası, ne zevcesi, ne de ölmeyecek kadar bir günlük yiyecekten başka bir şeyi vardı. [301]
Hiç bir şeyi, yarın için biriktirmez, saklamazdı. [302]
İsâ Aleyhisselâm, göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bir çift çoban mesti, bir de deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı. [303]
Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!
İsâ Aleyhisselâm; dünyadan yüz çevirip Âhireti özler, Allâha ibâdete koyulurdu.
Yer yüzünde dolaşır, nerede güneş batarsa, orada iki ayağının üzerinde namaza durur, sabahlardı. [304]
Bütün geceleri namazla, gündüzleri de, oruçla geçirirdi. [305]
Arpa ekmeği yerdi. [306]
Havârîlerine:
"Ey Havârîler topluluğu! Mescidleri, meskenler edininiz!
Evlerinizi de, yolcu menzilleri gibi edininiz [307] ki, dünyadan, selâmetle kurtulasınız!" derdi. [308]
İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, su üzerinde nasıl yürüyebiliyorsun?" diye sorulmuştu.
İsâ Aleynisselâm:
´Yakîn ile!" dedi. [309]
"Biz de, yakîn sahibiyiz!?" denilince:
"Sizin yanınızda, taş, çamur ve altun, eşit ve bir midir?" diye sordu.
"Hayır!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bunlar, benim yanımda, eşid ve birdirler!" dedi.
Havariler, bir gün; İsâ Aleyhisselâmı aramağa gittiler, kendisini su üzerinde yürür bir halde buldular.
Onlardan birisi:
"Ey Allanın Peygamberi! Biz de, senin yanına yürüyüp varalım mı?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Olur!" dedi.
Havari, ayağını basınca suyun içine batıverdi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Getir ver elini ey güdük imanlı!
Eğer, Âdem oğlunun, zerre kadar yakîni olsaydı, suyun üzerinde yürürdü!" dedi.[310]
İsâ Aleyhisselâm, bir adamın hırsızlık ettiğini görmüş, ona:
"Sen çaldın ha!?" demişti.
Adam:
"Kendisinden başka İlâh bulunmayan Allah´a and olsun ki; hayır!" deyince, İsâ Aleyhisselâm:
"Allâha iman ettim, kendi gözümü ise yalanladım!" demiştir.[311]
İsâ Aleyhisselâma bir adam gelip:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bana bir şey öğret ki, o beni yararlandırsın, seni zararlandırmasın!" demişti.
İsâ Aleyhisselâm:
"Nedir o?" diye sordu.
Adam:
"Kul, Yüce Allah´a karşı, hakkıyle takvâlı nasıl olur?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, kolay bir iştir:
Allah´ı, kalbinden hakkıyle seversin,
Onun için, gücün yettiği kadar amelde bulunursun,
Benî nev´ine de, kendine acır gibi acırsın!" dedi.
Adam:
"Ey iyilik öğreticisi! Benim, Benî nev´im, kimlerdir?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bütün Âdem oğullarıdır.
Sana gelmesini, istemediğin şeyi, sen, senden başkasına da, getirme!
O zaman, sen, Allah´a karşı, hakkıyle ittikalı olursun!" dedi. [312]
İsâ Aleyhisselâmın bildirdiğine göre:
"Zamanın sonunda; dünyadan el çekmeğe özenen ve fakat dünyadan el çekmeyen, ahireti özler görünen ve fakat âhireti özlemeyen, başkalarını valilere gitmekten men eden ve fakat kendileri giden, zenginlere yaklaşan ve fakat fakirlerden uzaklaşan, ellerini ileri gelenlere açan ve fakat ellerini fakirlere yuman bilginler gelecektir ki, işte bunlar, şeytanların kardeşleri, Rahman´ın ise düşmanlarıdır!"[313]
İsâ Aleyhisselâmın Vazifesinin Mahiyetinin Açıklanışı Ve Muhammed Aleyhisseelâmın Geleceğini Müjdeleyişi:
"Meryem oğlu İsâ da, bir zaman:
Ey İsrail oğulları! Ben, size, Allah´ın gönderdiği Peygamberiyim.
Benden önceki Tevrat´ı, tasdik edici,
Benden sonra gelecek Peygamberi de -ki, ismi Ahmed´dir- müjdeleyici olarak geldim..." demişti." [314]
İbn.İshak´ın (85-151 Hicrî) bildirdiğine göre: İsâ Aleyhisselâma Allah tarafından indirilen İncil´de, Muhammed Aleyhisselâmın sıfatı ve ismi hakkında verilmiş olan bilgiyi, İsâ Aleyhisselâmın devrinde Havârî Yuhanna da yazdığı İncilde [315] tesbit etmiş bulunuyordu.
Nitekim, İsâ Aleyhisselâm, kendisini, inkâr eden kavmine karşı:
"Rab tarafından çıkıp gelecek olan o Münhamennâ, Rab tarafından çıkıp gelecek O Rûhulkuds gelmiş olsaydı, O, bana şehâdet ederdi.
Siz de şehâdet edersiniz.
Çünkü, ötedenberi benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, bunları, size söyledim ki şüpheye düşmeyesiniz!" demiştir.
Münhamennâ, Süryanca, Muhammed demektir.
Bunun, Rumcası: Baraklitüs´dür. [316]
Ebülferec İbn.Cevzî´nin (540-597 Hicrî), İbn.Kuteybe´den (213-276 Hicrî) nakline göre:
İsâ Aleyhisselâm, Havârîlerine:
"Ben, gidersem, size Faraklit, Rûhulhak, gelecektir.
O, kendiliğinden, söz söylemeyecek ancak, kendisine ne söylenirse, onu söyleyecektir.
O, bana şehâdet edecektir.
Siz de, şehâdet edersiniz.
Çünkü, siz, halktan daha önce, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben gitmezsem, Feraklit size gelmez." demiştir. [317]
Gerek Baraklitüs, gerek Faraklit sözü, Periclotas şekline sokulup Yuhanna İncilinde Tesellî Edici diye terceme edilmiştir.
Şüphesiz ki: İsâ Aleyhisselâmın ana dili, Yunanca değil, İbranice idi.
Kendisine, Allah tarafından indirilmiş olan İncil´in dilinin de, İbranice olacağı tabiîdir.
İsimleri terceme etmek, Ehl-i Kitap Bilginlerince, âdet olduğundan, İsâ Aleyhisselâmın, kendisinden sonra geleceğini müjdelediği Âhir zaman Peygamberinin ismini de, Yunancaya terceme etmişler ve Arapça Mütercimler de onu, Faraklit olarak Arapçalaştırmalardır.
Bir Papaz tarafından yazılıp Hicrî 1268 yılında Kalküta´da bastırılan bir broşürde:
Faraklit olarak Arapçalaştırılan ismin, İncil´in Yunanca nüshasında Paraklitüs şeklinde mi? Yoksa, Piraklütüs şeklinde mi? geçtiği incelenerek, birinci şekle göre: ismin, Tesellî ve Yardım Edici, Vekil mânâlarına geldiği, ifâde ve ikinci şekle göre ise, Muhammed ve Ahmed mânâlarına gelebileceği itiraf edilmiş ve Müslümanların, bu şekli iltizam ettikleri ileri sürülmüştür.
Halbuki, iki kelime arasında şekil ve telaffuz bakımından, pek az bir fark vardır. Yunan harfleri, birbirlerine benzerdir.
Bazı İncil nüshalarındaki Piraklütüs belki de, yazıcıların hatası yüzünden Paraklitüs olmuştur.[318]
İsâ Aleyhisselâmın Annesinin Vefatı:
İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz.Meryem, İsâ Aleyhisselâm´dan sonra altı yıl daha yaşayıp vefat etmiştir. [319]
Yüce Allah´ın Kendi İlminden İlim Ve Kendi Hilm´inden Hilim Vererek Getireceği Ümmet:
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma; Peygamberimizin Ümmeti hakkında da:
"Ey İsâ! Ben, senden sonra, bir ümmet getireceğim ki onlar, sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa, Allah´a hamd ve şükrederler,
Hoşlanmadıkları bir şeye uğrarlarsa, sabredip katlanırlarve Allâh´dan ecir beklerler.
Onların ne ilimleri, ne de hilimleri vardır." buyurmuştu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rab! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onların böyle davranmaları nasıl mümkün oluyor?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Onlara, kendi ilmimden ve hilmimden ihsan ederim!" buyurdu. [320]
İncillere göre İsâ Aleyhisselâm da, İsrail oğullarına, Muhammed Aleyhisselâmın Eshab ve Ümmeti hakkında şöyle demiştir:
"Allah´ın Melekûtu, böyledir; yere tohum saçan bir adam gibidir.
Gece, gündüz uyuyup kalkar; tohum, biter ve büyür; nasıl o bilmez.
Toprak, kendiliğinden, önce onu, sonra başağı, sonra, başakta dolu taneyi verir.
Mahsul erdiği zaman, hemen orağı salar;
Çünkü, hasad zamanı gelmiştir. [321]
Yine, onlara dedi ki:
"Siz, kitapta: yapıcıların red ettikleri taş, köşenin başı oldu; bu, Rab tarafından oldu ve (o gözlerimizde şaşılacak iştir.) sözünü hiç okumadınız mı? Bundan dolayı, size derim: Allah´ın Melekûtu, sizden alınacak ve onun meyvalarını yetiştirecek bir Millet´e verilecektir. Ve bu Taş´ın üzerine düşen, parçalanacak, o da, kimin üzerine düşerse, onu, toz gibi dağıtacaktır![322]
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâmın Mîrac Gecesinde Yahya Ve İsâ Aleyhisselâmlarla Karşılaşıp Selamlaşması:
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Mîrac gecesinde Cebrail Aleyhisselâmla birlikte ikinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail Aleyhisselâm, o göğün kapısını çaldı.[323] Bekçisine:
"Aç!" dedi.
"Kimdir o?,[324] sen, kimsin?" denildi.[325]
Cebrail Aleyhisselâm:
"Cebrail´im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Muhammed (Aleyhisselâm) var!" dedi.
"O (Mîrac için) gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail Aleyhisselâm:
"Evet!" deyince, göğün kapısı açıldı. [326]
İkinci kat gökte, Teyze Oğulları olan İsâ b.Meryem ve Yahya b.Zekeriyyâ Aleyhisselâmlarla karşılaştılar. [327]
Cebrail Aleyhisselâm, Peygamberimize:
"Bunlar, Yahya ve İsâ (Aleyhisselâmlar)dır. Selâm ver onlara!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, onlara selâm verdi.
Onlar da, Peygamberimiz Aleyhisselâmın selâmına mukabele ettiler ve:
"Hoş geldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih Peygamber!" dediler [328] ve hayır dua ettiler. [329]
Kur´ân-ı Kerim'in Muhammed Aleyhisselâmın Eshab Ve Ümmetinin Bazı Vasıfları Hakkındaki Açıklaması:
Yüce Allah; Muhammed Aleyhisselâmın Eshabının vasıflarını şöyle açıklar: "Muhammed, Allah´ın resulüdür.
Onunla birlikte olanlar, kâfirlere karşı çok çetin, kendi aralarında ise, çok merhametlidirler.
Onların, rükû ve secde ederek Allâh´dan lütuf ve rızâsını istediklerini görürsün. Yüzlerinde, secdelerin eserinden dolayı nûrânîlik vardır. Bu, onların, Tevrattaki vasıflarıdır. İncil´deki vasıfları da:
Bir ekin gibidir ki, filizini çıkarmış, derken, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sapları üzerine bir düzeye dizilmiştir.
Öyle ki, ekincilerin hoşuna gider.
Bu işte, onlarla, kâfirleri öfkelendirmek içindir.
Allah, onlardan, iman edip iyi amel işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir ecir va ´d buyurmuştur." (Fetih: 29)
"(İslâmda) birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile iyi amellerle olanların ardınca gidenler ki, Allah onlardan razı olmuştur.
Onlar da, Allah´dan razı olmuşlardır.
(Allah), Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları, Cennetler hazırladı.
İşte bu en büyük kurtuluş ve mutluluktur." (Tevbe: 100)
"Şüphesiz ki, Allah; hak yolunda (savaşarak düşmanları) öldürmekte, (onlar tarafından) öldürülmekte olan Mü´minlerin canlarını ve mallarını -kendilerine Cennet vermek karşılığında- satın almıştır.
(Allah´ın), Tevrat´ta, İncil´de ve Kur´an´da (zikr olunan bu va´di) Kendi üzerinde hak(kat´î) bir va´d´dir.
Allah´dan ziyâde ahdine vefa eden kim var?
O halde (ey Mü´minler!) yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevininiz!
Bu, en büyük kurtuluş ve mutluluktur!" (Tevbe: m)
"Onlardan (Muhacirlerden) evvel (Medine´yi) yurd ve imân (evi) edinmiş olan kimseler (Ensar), kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.
Onlara (Muhacirlere) verilen şeylerden dolayı, göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli) bulmazlar.
Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, onları Muhacirleri), öz canlarından daha üstün tutarlar.
Kim, nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte, umduklarına erenler, onların ta kendileridir." (Haşr: 9)
"İman edip te, Allah yolunda Hicret ve Cihad edenler, barındıranlar, yardım edenlerdir ki, işte gerçek Mü´min olanlar, bunlardır.
Mağfiret ve bitmez tükenmez rızık onlarındır." (Enfal: 74)
"Bunların (Muhacir ve Ensar´in) arkasından gelenler:
Ey Rabbımız! İman ile daha önden bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi yarlığa!
İman etmiş olanlar için, kalblerimizde bir kin bırakma!
Ey Rabbımız! Şüphesiz ki, Sen, çok Esirgeyicisin, çok Merhametlisin! derler."
(Haşr: 10)
"Onlar ki (sırf) Rab´larının rızâsını isteyerek (her zorluğa) katlanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizli ve aşikâr harcarlar, kötülüğü, iyilikle savarlar.
İşte, onlardır ki, onlar için, bu, bu dâr-ı dünyanın (iyi) bir sonucu vardır.
(ki, o sonuç) Adn Cennetleridir.
Onlar, -Atalarından, zevcelerinden, zürriyetlerinden salah erbabı olanlar da, birlikte olmak üzere- oralara girecekler, Melekler de, her bir kapıdan onların yanlarına varacaklar (ve şöyle diyecekler):
Sabrettiğinize karşılık sizlere Selâm (ve selâmet) olsun!
Dâr(ı dünyanın) ne güzel akıbetidir bu!" (Ra´d: 22-24)
"O, Rahman´in (hâs) kulları ki, onlar, yer yüzünde vakar ve tevazu ile yürürler.
Kendilerine, beyinsizler (hoşa gitmeyecek) laflar attığı zaman:
Selâmetle! deyip geçerler.
Onlar ki, gecelerini, secde ve kıyamla geçirirler.
Onlar ki;
Ey Rabbimiz! derler. Bizden, Cehennem azabını uzaklaştır.
Çünkü, onun azabı, bir helaktir!
Hakîkat o, ne kötü bir karargâh ve ikametgâh´dır!
Onlar ki, harcadıkları vakit, ne israf, ne de, cimrilik yapmazlar; (Harcamaları) ikisi arası, ortalama olur.
Onlar ki, Allah´ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar.
Allahın haram kıldığı cana, haksız yere, kıymazlar.
Zina, etmezler.
Kim, (bunlardan birini) yaparsa, cezaya çarpılır.
Kıyamet günü de, azabı katmerleşir ve kendisi (azabın) içinde hor ve hakir temelli bırakılır.
Meğer ki, (şirkten) tevbe ve iman edip iyi amel (ve hareket) de bulunan kimseler ola.
İşte, Allah, bunların kötülüklerini, iyiliklere çevirir.
Allah, çok Yarlıgayıcı ve çok Esirgeyicidir.
Kim, (günahlardan) tevbe (ve rücu) eder, güzel güzel amel hareketde de, bulunursa, muhakkak o, Allâha -tevbesi makbul ve Allâhın rızasına erişmiş olarak- döner.
Onlar ki, yalan şâhidlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefli (insanlar) olarak (ondan yüz çevirip) geçerler.
Onlar ki, kendilerine Rab´larının âyetleri okunduğu (yahud onlarla va´z ve nasihat edildiği) zaman, bunlara karşı, (Münafıklar gibi) kör ve sağır (yıkılıp) düşmezler.
Onlar ki;
Ey Rabbimiz! derler, bize, zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği olacak (salih insanlar) ihsan et.
Bizi, takva sahiplerine önder kıl!"
İşte, bütün onlardır ki, zorluklara katlanıp dayanmaları sebebiyle Gurfe(ler)le (Cennetin en yüce dereceleriyle) mükâfatlandırılacaklar, orada, sağlık ve selâm ile karşılanacaklardır.
Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.
O, ne güzel bir karargâhdır, (ne güzel) bir ikametgâhdır!" (Furkan: 63-76)
"Öyle adamlar ki, onları, ne bir ticaret, ne bir alış veriş, Allâhı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz.
Onlar, kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.
Çünkü, Allah, kendilerini, işledikleri amellerin en güzeli ile mükâfatlandıracak, onlara, fazlından da, daha ziyâdesini verecektir. Allah, kimi dilerse, onu, sayısız rızıklandırır (sevaba kavuşturur). (Nûr 37-38)"
"Rabbimiz, Allâh´dır! deyipte, sonra (bütün hareketlerinde) doğruluğu iltizam edenlere, (evet) onlara, hiç bir korku yoktur.
Onlar, mahzun da, olmayacaklardır. Onlar, Cennet ehlidirler.
İşlemekte devam ettikleri iyi amel ve hareketlerine mükâfat olarak orada temelli kalıcıdırlar." (Ahkaf: 13-14)
"Yarattıklarımızdan öyle bir ümmet de vardır ki, onlar, hakka rehberlik ederler, adaleti de, onunla uygularlar." (Ârâf. 181)
"Siz, insanlar için (seçilip ortaya) çıkarılmış en hayırlı bir Ümmetsiniz.
İyiliği, emreder, kötülükten vaz geçirmeye çalışırsınız.
(Çünki) Allâha, inanırsınız.
Kitaplılar da, hep inansaydı, kendileri için elbet daha hayırlı olurdu.
(Gerçi) İçlerinden, iman edenler varsa da, onların pek çoğu (hak dinden çıkmış) fâsıklardır." (Al-i imran. 110)[330]
Kur´ân-ı Kerimin Yahudiler Ve Hristiyanlar Hakkındaki Açıklaması:
"Yahûdîler: Uzeyr, Allah´ın oğludur! dedi(ler).
Hristıyanlar da: Mesîh (İsâ) Allah´ın oğludur! dedi(ler).
Bu, onların, ağızlarile (geveledikleri câhilce) sözleridir ki, (bununla) daha önce, küfr edenlerin sözlerini taklid ediyorlardır.
Hay Allah kahredesi adamlar! (Hakdan, bâtıla) nasıl da, döndürülüyorlar?
Onlar; Allah´ı bırakıp Bilginlerini, Rahiblerini, Meryemin oğlu Mesih´i tanrılar edindiler.
Halbuki, bunlar da ancak Bir olan Allah´a ibâdet etmelerinden başkasıyla emrolunmamışlardır.
O´ndan başka hiç bir İlâh yoktur.
O, bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehdir."[331]
"Allah:
Ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara (Allah´ı bırakıp da beni ve anamı iki İlâh edininiz!) diyen sen misin?! dediği zaman, o (şöyle) dedi:
Seni, tenzih ederim (yâ Rabbi) Hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim, bana, yakışmaz!
Eğer onu söyledimse, elbette bunu bilmişsindir.
Benim içimde olan her şeyi Sen bilirsin.
Ben ise, Senin zatında olanı bilmem.
Şüphesiz ki gaybları, hakkıyle bilen Sensin Sen!
Sen, ne emrettinse, ben onlara bundan başkasını söylemedim.
(Dediğim hep şu idi):
Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah´a ibâdet ediniz. Ben, içlerinde bulunduğum müddetçe, üzerlerinde bir kontrolcu idim. Fakat, vaktâ ki, Sen, beni (içlerinden) aldın, üstlerinde nigâhban yalnız Sen kaldın. (Zâten) Sen, (her zaman) her şeye hakkıyle şâhidsin!" [332]
"Muhakkak ki, İsa´nın hali de, (Babasız dünyaya gelişi de) Allah katında, Âdemin hali gibidir.
(Allah) Onu (Âdemi) topraktan yarattı. Sonra, ona: Ol! dedi. O da, oluverdi."[333] Allah, gerçekten, üçün (üç tanrının) biridir! diyenler, and olsun ki, kâfir olmuştur. Halbuki, bir tek İlâhdan başka hiç bir ilâh yoktur.
Eğer, söyleyegeldikleri (bu sözden) vaz geçmezlerse, içlerinden o kâfir kalanlarına, her halde, acıklı bir azab dokunacaktır.[334]
"Meryem oğlu Mesîh (İsâ), bir Peygamberden başka (bir şey) değildir.
Ondan önce de, Peygamberler gelip geçmiştir.
(Onun) Anası, çok sâdık bir kadındı.
İkisi de, (birer kul ve beşer olarak) yemek yerlerdi.
Bak, biz, âyetleri, onlara nasıl apaçık anlatıyoruz.
Sonra da, bak, onlar nasıl (hakîkattan) çevriliyorlar?
De ki: Allâhı bırakıp ta, size ne bir zarar, ne de bir yarar yapmaya gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?!
Halbuki (her şeyi) işiten, (her şeyi) bilen Allanın kendisidir.
De ki:
Ey Ehl-i Kitap! Dininizde, haksız yere haddi aşmayınız!
Bundan önce, hem kendileri sapmış, hem bir çoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan ayrılıp sapa gelmiş bir kavmin hevâ (ve heve)sine uymayınız!
İsrail oğullarından olup ta, küfredenlere Davud´un da, Meryem oğlu İsânın da, dili ile lanet olunmuştur.
Bunun sebebi: isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi.
Onlar, işledikleri her hangi fenalıktan, birbirini vaz geçirmeye çalışmazlardı.
Gerçekten, yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi!
İçlerinden bir çoğunu görürsün ki, kâfirlere dostluk ederler.
Nefislerinin, kendileri için öne sürdüğü, and olsun ki, ne çirkin şeylerdir!
Çünkü, onların kazancı, Allah´ın kendilerine gazab etmesi ve onların o azab içinde temelli kalıcı olmalarıdır.
Eğer, Allah´a, Peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat, onların bir çoğu fâsık kimselerdir.
İnsanların, iman edenlere düşmanlık bakımından en katısı, and olsun ki, Yahudilerle Allah´a eş koşanları bulacaksın.
Onların, iman edenlere sevgisi bakımından, daha yakınını da and olsun
"Biz Nasrânîleriz!" diyenleri, bulacaksın.
Bunun sebebi, şudur:
Çünkü, onların içinde keşişler, rahipler vardır.
Şüphe yok ki, onlar, büyüklenmek istemezler.
Peygambere indirileni dinledikleri vakit te, hakkı tanıdıklarından dolayı, gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.
Ey Rabbimiz! derler, iman ettik. Artık, bizi (hakka) şâhid olanlarla beraber yaz!
Zâten, biz, Rabbimizin bizi de, sâlihler katarına katmasını, koymasını umup dururken ne diye Allah´a ve bize gelen hakîkata iman etmeyelim?"[335]
"Yahudiler:
Hristıyanlar, bir şeye sâhib değil! dedi(ler).
Hristıyanlar da yahudiler, bir şeye sahib değil! dedi(ler). Halbuki, hepsi de, Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de, tıpkı onların dediklerini söyledi.
Artık, Allah, ihtilafa düşmekte oldukları bu (dâvada) Kıyamet günü, aralarında hükmünü verecektir. "[336]
İsrail Oğullarının İki Defa Anlaşmazlığa Düşmeleri:
İsrail oğulları; Mûsâ Aleyhisselâmdan beşyüz yıl sonra, içlerinde, muhtelif milletlere mensup esirlerin oğulları çoğaldığı zaman, ihtilafa düştükleri gibi, İsâ Aleyhisselâmdan iki yüz yıl sonra da, ihtilafa düşmüşlerdir.[337]
İsrail Oğullarının Atlattıkları İkinci Katliâm:
İsrail oğulları, kendilerine gönderilen üç Peygamberden Zekeriyyâ ve Yahya Aleyhisselâmları öldürdükten[338] ve İsâ Aleyhisselâmı da, öldürmeye kalktıkları zaman, kendisi, Allah tarafından göğe kaldırıldıktan sonra [339] Yüce Allah, Bâbil krallarından Haridus adındaki kralı, onların üzerine, saldı.
Haridus, Bâbil halkını, yanına alarak İsrail oğullarının üzerine yürüdü. Onları, yenip Şam´a, girdi.
Ordu kumandanlarının kumandanı, Fil sahibi Nebuzerazan diye anılan Bas kumandana:
"Ben, eğer, Beytülmakdis halkına galebe çalarsam, öldüreceğim bir kiimse bulamayıncaya ve ordugâhımın ortasından, kanlarını sel gibi akıtıncaya kadar, onları, öldüreceğim!" diye tanrım üzerine yemin etmiştim!" dedi ve bu dereceye erişinceye kadar, onları öldürmeye devam etmesini, baş kumandana emretti.
Nebuzerazan, Beytülmakdis´e girdi.
İsrail oğullarının, kurbanlarını takdim ettikleri yerde durunca, orada, bir kanın, kaynamakta olduğunu gördü ve:
"Ey İsrail oğulları! Şu kaynayan kanın hali nedir? [340] Onun haberini, bana haber veriniz!
Onun işinden, hiç bir şeyi, benden gizlemeyiniz!" dedi. [341] İsrail oğulları:
"Bu, bizim takdim ettiğimiz halde, kabul olunmayan bir kurban kanıdır. O, bunun için[342], gördüğün gibi[343] kaynıyor.[344]
Biz, sekiz yüz yıldan beri, kurban takdim ederiz. Bu kurbandan başka, hepsi kabul olunmuştur." dediler.[345]
Baş kumandan:
"Siz, bana, doğru haber vermediniz!" dedi.[346]
İsrail oğulları:
"Eğer, halimiz, önceki zamanımızdaki gibi olsaydı, kurbanımız, kabul olunurdu.[347]
Fakat, bizden krallık, Peygamberlik ve Vahy kesildi. Bunun için, kurbanlarımız kabul edilmez oldu!" dediler.
Baş kumandan Nebuzerazan, bu kanın üzerinde İsrail oğullarının Başkanlarından yedi yüz yetmiş kişi boğazladı.
Fakat, kan, sâkinleşmedi.[348]
Bunun üzerine, Baş kumandan, İsrail oğullarının gençlerinden ve kadınlarından yedi bin kişinin, kan üzerinde boğazlanmasını, emretti.[349]
Baş kumandan, İsrail oğullarının Bilginlerinden yedi yüz kişinin daha, kanın üzerinde boğazlanmasını emretti.
Boğazlandı.
Fakat, kan, yine de, sâkinleşmedi,[350] soğumadı.[351]
Nebuzerazan, kanın, sâkinleşmediğini, görünce:
"Ey İsrail oğulları! Yazıklar olsun size![352] Bana, doğrusunu söyleyiniz!
Rabbınızın emri üzerinde sebat ediniz.
Sizin saltanatınız, yer yüzünde, istediğinizi yapıncaya kadar uzamış durmuştu.
Ben, sizleri, erkek kadın ateş üfleyebilecek hiç bir kimse bırakmaksızın öldürmeye girişmeden önce, bana, doğrusunu, söyleyiniz!" dedi.
İsrail oğulları, Baş kumandanın işi sıkı tuttuğunu ve öldürmekteki katılığını ve acımasızlığını görünce, ona, işin doğrusunu, haber verdiler:
"Bu kan, bizden, bir Peygamberin kanıdır ki, o, bizi, Allah´ın, gazab edeceği bir çok kötü işlerden nehy eder dururdu.[353]
Keşke, biz, ona, bu hususta itaat etmiş olsaydık, muhakkak ki, o, bize, doğru yolu göstermişti.[354]
Sizin, şu işinizi de, bize haber vermişti.
Fakat, biz, onu, doğrulamadık. Kendisini, öldürdük![355]
İşte, bu kaynayan kan[356], onun kanıdır!" dediler.
Nebuzerazan:
"Onun ismi, ne idi?" diye sordu.
İsrail oğulları:
"Yahya b.Zekeriyyâ´dır!" dediler.
Nebuzerazan:
"İşte, şimdi, bana, doğrusunu söylediniz!..
Onun için, Rabbiniz, sizden intikam alıyor!" dedi.[357]
Onların, kendisine, doğru söylediklerini görünce[358], secdeye kapandı.
Çevresindeki kimselere:
"Şehrin kapılarını, kapatınız ve şehirde Haridus´un askerlerinden olan herkesi, dışarı, çıkarınız!" dedi.[359]
Baş kumandanın istediğini yaptılar.[360] İçeride, yalnız İsrail oğulları kaldı. Nebuzerazan[361], kaynayan kana[362];
"Ey Yahya b.Zekeriyyâ! Benim Rabbim da, Senin Rabbin de, Senin için, kavminin musîbete uğramış olduğunu, senin için, onlardan ne kadar kişilerin öldürüldüğünü biliyor.[363]
Ben, senin kavminden öldürmedik bir kimse bırakmadan[364], kavminden, öldürülmedik bir kimse bırakılmadan[365]´ önce, Allah´ın izniyle sâkinleş!" dedi.[366]
Yahya Aleyhisselâmın kanı, Allah´ın izniyle[367] hemen sakinleşip kaynaması, duruverdi.
Bunun üzerine, Nebuzerazan, onları, öldürmekten el çekti,[368] ve: "İsrail oğullarının inandıklarına, ben de, inandım ve onları, tasdik ettim. Ondan başka Rab bulunmadığına kanâat getirdim!" dedi.[369]
İsrail oğullarına da:
"Allah düşmanı[370] Haridus, bana, kanlarınız, ordugâhının tam ortasından sel gibi akıncaya kadar sizlerden adam öldürmemi, bana emretti.[371]
Ben bunu, yapacağım.[372] Ona, isyan etmeğe Kadir değilim." dedi.
İsrail oğulları;
"Emrolunduğun şeyi[373] yap!" dediler.
Nebuzerazan, onlara[374], hendek kazmalarını[375] emretti.
Bir hendek kazdılar.
Sonra, onlara, emretti: At, katır, eşek, sığır, davar ve deve gibi hayvanlardan getirip orada boğazladılar.[376]
Akan kanlar, çoğaldı ve üzerine de, su, akıtıldı.[377] Kanlar, ordugâhın içine kadar akıp gitti.
İsrail oğullarından öldürülmüş olanların cesedlerinin getirilip boğazlanan hayvan cesedlerinin üzerine atılmasını emretti.
Atıldı.[378]
Kıral Haridus, gerek hendekte bulunan cesedlerin, gerek ordugâha kadar akıp gelen kanın İsrail oğullarına âid olduğunu sandı.[379]
Nebuzerazan´a:
"Artık, onları, öldürmekten el çek![380] Akan kanları, bana kadar gelip ulaşmıştır.[381]
Yaptıkları şeyin öcünü, onlardan almış bulunuyorum!" [382] diye haber gönderdi.
Sonra da, Bâbil arzına dönmek üzere, onlardan ayrıldı ki, az kalsın, İsrail oğullarını yok edip gidecekti.[383]
Yahudilerin Azgınlıkları Yüzünden Uğrayacakları Son Musibet:
Hadîs-i şeriflerde haber verildiğine göre: Zamanın sonuna doğru çıkacak Deccal´ın Tabii ve askeri, Yahûdîler olacak[384]; Müslümanlar, onlarla çarpışarak kendilerini bozguna uğratacak ve öldürecekler, hattâ taşın veya ağacın arkasına saklanacak Yahudî´yi, taş veya ağaç, dile gelip:
"Ey Müslüman! Ey Allah´ın kulu! Şu arkamdaki Yahudî´yi gel de öldür!" diyecektir.[385]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Taberî-Tarih .2,s 13
[2] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[3] Taberî-Tarih c.2,s.113, Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[4] Sâlebî-Arais s.371.
[5] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[6] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.56.
[7] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.298.
[8] Sâlebî-Arais s.371.
[9] Âl-i İmran: 35
[10] Sâlebî-Arais s.371, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[11] Sâlebî-Arais s.371.
[12] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.298.
[13] Sâlebî-Arais s.371.
[14] Sâlebî-Arais s.371, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.298.
[15] Âl-i İmran: 36.
[16] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[17] Sâlebî-Arais s.372.
[18] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[19] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[20] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.29.
[21] Sâlebî-Arais s.372.
[22] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1.8.299.
[23] Sâlebî-Arais s.372.
[24] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[25] İbn.Esîr-Kâmil c.l.s.299.
[26] Sâlebî-Arais s.372, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[27] Sâlebî-Arais s.372.
[28] Sâlebî-Arais s.372-373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,8.299.
[29] Sâlebî-Arais s.373.
[30] Sâlebî-Arais s.372-373, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[31] Sâlebî-Arais s.373, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.299.
[32] Sâlebî-Arais s.373.
[33] Sâlebî-Arais s.373, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.299.
[34] Âl-i imran: 37.
[35] Âl-i İmran: 44.
[36] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,.s.84, Buhârî-Sahih c.4,s.23O, Müslim-Sahih c.4,s.1886, Tirmizî-Sünen c.5,s.702-703, İbn.Abdulberr-lstiab c.4,s,1824, ibn.Esîr-Usüdülgabe c.7,s.84.
[37] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.316, ibn.Abdulberr-İstiab c.1895.
[38] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.316, Hâkim-Müstedrek c.2,s.594, İbn.Abdulber İstiab c.4,s.1895.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/303-306.
[39] Ebülfida-Elbıdaye vennihaye c.2,s.64.
[40] Secde âyeti değildir.
[41] Âl-i İmran: 42-43.
[42] Âl-i İmran: 45-46.
[43] Salebi Arais s.383, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7
[44] Sâlebî-Arais s.381, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7
[45] Meryem: 16-21.
[46] Âl-i İmran: 47-51.
[47] Enbiyâ: 91.
[48] Tahrim: 12.
[49] Taberî-Taihc.2,s.1B.
[50] Meryem: 22.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/306-309.
[51] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.65.
[52] Taberi-Tarih c.2,s.18, Sâlebî-Arais s.382, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O8.
[53] Taberi-Tarih c.2,s.18, İbn.Esîr-Kâmil c 1.S.208.
[54] Taberî-Tarih c.2,s.18-19, Sâlebî-Arais s.382, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.308-309.
[55] Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî s.382, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O9.
[56] Taberî-Tarih c.2,s.19.
[57] Sâlebî-Arais s.383.
[58] Taberî-Tarih c.2,s.22, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O9, Ebülfida C.2.S.65.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/309-311.
[59] İsrail oğulları, çok kızdılar: Onun, bizimle bu şekilde alay etmesi, kendisinin, zina etmesinden, bize daha ağır geliyor!" dediler. (Taberi-Tarih c.2,s.22, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311)
[60] Meryem: 22-33.
[61] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.l3,s.196, Sâlebî-Arais s.386, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311.
[62] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.196, C.11.S.544, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.31O, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.65.
[63] Taberi-Tarih c.2,s.22, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311.
[64] Sâlebî-Arais s.386, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.311.
[65] Nisa: 156.
[66] Enbiyâ: 91, Tahrîm: 12.
[67] Meryem: 27-28, Nisa: 156.
[68] İbn.Kuteybe-Maarif s.24, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.63, Sâlebî-Arais s.402, Yâkut-Mucemülbüldan c 1.S.521 671.
[69] Yâkut-Mucemülbüldan d.s.521.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/311-312.
[70] Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[71] Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3l2.
[72] Taberî-Tarih c.2,s.19, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[73] Taberî-Tarih c.2,s.19, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[74] Taberî-Tarih c.2,s.20, Sâlebî-Arais s.383, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[75] Taberî-Tarih c.2,s.19, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[76] Mü´minûn: 50.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/312-313.
[77] Taberî-Tarih c.2,s.20, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.312.
[78] Taberî-Tarih c.2,s.20.
[79] Taberi-Tarih C.2.S.20. Sâlebî-Arais s.386.
[80] Taberî-Tarih c.2,s.20-21, Sâlebî-Arais s.387-388.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/313-314.
[81] Taberî-Tarih c.2,s.21.
[82] İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Yâkubî-Tarih c.1,s.69, Sâlebî-Arais s.390. İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[83] İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Sâlebî-Arais s.390.
[84] İbn.Kuteybe-Maarif s.25, Mes´ûdî-Murucuzzeheb c.1,s.63, Sâlebî-Arais s.390, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[85] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/314-315.
[86] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[87] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[88] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[89] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[90] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[91] Sâlebî-Arais s.390.
[92] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[93] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[94] Sâlebî-Arais s.390.
[95] Sâlebî-Arais s.390, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[96] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
[97] Sâlebî-Arais s.390.
[98] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
[99] Sâlebî-Arais s.390.
[100] Taberî-Tarih c.2,s.21, Sâlebî-Arais s.390.
[101] Hâkim-Müstedrek c.2,s.549.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/315.
[102] Sâlebî-Arais s.390.
[103] Sâlebî-Arais s.394.
[104] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[105] Sâlebî-Arais s.392.
[106] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/316.
[107] Taberi-Tarih c.2,s.21.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/316-317.
[108] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esir-Kâmil c.1,s.314.
[109] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.314.
[110] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[111] Sâlebî-Arais s.391.
[112] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.314.
[113] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[114] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.314.
[115] Âl-i İmran: 52.
[116] Yâkubî-Tarih c.1,s.68, Sâlebî-Arais s.390, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.92.
[117] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.4,s.255, Yâkubî-Tarih c.1,s.79, Taberî-Tarih c.2,s.24, Tefsir c.6,s.14-15, Sâlebî-Arais s.390, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.92-93.
[118] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[119] Sâlebî-Arais s.391.
[120] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[121] Sâlebî-Arais s.391.
[122] Sâlebî-Arais s.391.
[123] Sâlebî-Arais s.391, ibn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[124] Sâlebî-Arais s.391.
[125] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[126] Sâlebî-Arais s.391.
[127] Sâlebî-Arais s.391, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/317-319.
[128] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[129] Sâlebî-Arais s.394.
[130] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[131] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[132] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[133] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[134] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[135] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[136] Sâlebî-Arais S.394.
[137] Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[138] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[139] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[140] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[141] Veya Hâm b.Nuh (Taberî-Tarih c.1,s.91)
[142]. Sâlebî-Arais s.394.
[143] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315
[144] Sâlebî-Arais s.394.
[145] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[146] Tâberi-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[147] Sâlebî-Arais s.394.
[148] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[149] Sâlebî-Arais s.394.
[150] Taberî-Tarih c.1,s.91, Sâlebî-Arais s.394.
[151] Sâlebî-Arais s.394.
[152] Taberî-Tarih c.1,s,91.
[153] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[154] Sâlebî-Arais s.394.
[155] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[156] Sâlebî-Arais s.394.
[157] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[158] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[159] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[160] Sâlebî-Arais s.394
[161] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[162] Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[163] Taberî-Tarih c.1,s.91.
[164] Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[165] Sâlebî-Arais s.394.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/319-321.
[166] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[167] Sâlebî-Arais s.394, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[168] Sâlebî-Arais s.394.
[169] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.315.
[170] Sâlebî-Arais s.394.
[171] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[172] Sâlebî-Arais s.394.
[173] Sâlebî-Arais s.394, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[174] Sâlebî-Arais s.394.
[175] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.82.
[176] Matta Bab: 13, Fıkra: 54, 57, 58.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/321-323.
[177] Taberî-Tarih C.3.S.130.
[178] Sâlebî-Arais s.397.
[179] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[180] Sâlebî-Arais s.397.
[181] Taberî-Tefsir c.7,s.131.
[182] Taberî-Tefsir c.7,s.131, Sâlebî-Arais s.397, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[183] Taberî-Tefsir c.7,s.133, Sâlebî-Arais s.397.
[184] Taberî-Tefsir c.7,s.133, Sâlebî-Arais s.397, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[185] Sâlebî-Arais s.398, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[186] Sâlebî-Arais s.399.
[187] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[188] Sâlebî-Arais s.398.
[189] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[190] Sâlebî-Arais s.398.
[191] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[192] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[193] Sâlebî-Arais s.398.
[194] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[195] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[196] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[197] Sâlebî-Arais s.398.
[198] Sâlebî-Arais s.399.
[199] Sâlebî-Arais s.399, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[200] Sâlebî-Arais s.399.
[201] Taberî-Tefsir c.7,s.131,132, Sâlebî-Arais s.397, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[202] Taberî-Tefsir c.7,s.133, Sâlebî-Arais s.397
[203] Sâlebî-Arais s.399
[204] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.316
[205] Sâlebî-Arais s.398.
[206] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.86.
[207] Sâlebî-Arais s.399.
[208] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[209] Sâlebî-Arais s.399.
[210] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.317.
[211] Sâlebî-Arais s.399 İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[212] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[213] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[214] Sâlebî-Arais s.399.
[215] Sâlebi-Arais s.398.
[216] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[217] Sâlebî-Arais s.398.
[218] Sâlebî-Arais s.398, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.316.
[219] Sâlebî-Arais s.398, 399.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/323-326.
[220] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esir-Kâmil c.1,s.317.
[221] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[222] Sâlebî-Arais s.399.
[223] Sâlebî-Arais s.398, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.316, 317.
[224] Sâlebî-Arais s.399.
[225] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[226] İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s 199.
[227] Sâlebî-Arais s.399.
[228] İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s. 199.
[229] Sâlebî-Arais s.399, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317, İbn.lyas-Bedâyiuzzühur s. 199.
[230] Sâlebî-Arais s.399, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/326.
[231] Mâide: 112-115.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/326-327.
[232] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.75, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.73.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/327.
[233] İbn.İshak, ibn.Hişam-Sîre c.4,s.255.
[234] İbn.ishak, İbn.Hişam-Sîre c.4,s.255, Taberî-Tarih c.2,s.24.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/327-328.
[235] Taberî-Tefsir c.22,s.155,158-161.
[236] Sâlebî-Arais s.406, Zemahşerî-Keşşaf c.3,s.319.
[237] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/328-330.
[238] Yâkubî-Tarih C.1.S.75-76.
[239] Yâkubî-Tarih c.1,s.75, Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[240] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil, c. 1,8.315.
[241] Sâlebî-Arais s.392.
[242] Yâkubî-Tarih c. 1,8.76.
[243] Sâlebî-Arais s.392, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[244] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[245] Sâlebî-Arais s.392.
[246] Yakubi-Tarih c. 1,8.76.
[247] Sâlebî-Arais s.393.
[248] Yâkubî-Tarih c.1,s.176, Sâlebî-Arais s.303, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[249] Yâkubî-Tarih c.1,s,76.
[250] Sâlebî-Arais s.393.
[251] Yâkubî-Tarih c.1,s.76, Sâlebî-Arais s.393, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.315.
[252] Yâkubî-Tarih c.1,s 76.
[253] Sâlebî-Arais s.393
[254] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[255] Sâlebî-Arais s.393.
[256] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[257] Sâlebî-Arais s.393.
[258] Yâkubî-Tarih c.1,s.76, Sâlebî-Arais s.393.
[259] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/330-331.
[260] Yâkubî-Tarih c.1,s.76.
[261] Dineverî-El´ahbar s.41.
[262] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.84.
[263] Sâlebî-Arais s 387.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/331.
[264] Yâkubî-Tarih C.1.S.76.
[265] Sâlebî-Arais s.400, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[266] Sâlebî-Arais s.400.
[267] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.317.
[268] Sâlebî-Arais s.400.
[269] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318.
[270] Sâlebî-Arais s.400.
[271] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/332.
[272] Taberî-Tarih c.2,s.22-23, Sâlebî-Arais s.400-401, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318-319, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.93-94.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/332-333.
[273] Sâlebî-Arais s.400.
[274] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s,318.
[275] Sâlebî-Arais s.400.
[276] Sâlebî-Arais s.400, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.318.
[277] Taberî-Tarih c.2,s.23, Sâlebî-Arais s.401.
[278] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.319.
[279] Sâlebî-Arais s.401, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.319.
[280] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.319-320.
[281] Sâlebî-Arais s.401.
[282] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.320.
[283] Sâlebî-Arais s.401, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.320.
[284] Taberî-Tefsir C.6.S.12-17.
[285] Yâkubî-Tarih c.1,s.79, Sâlebî-Arais s.403, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.356, Ebülfida-Elbidaye venniha-ye c.2,s.95.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/333-334.
[286] Nisa: 156-158.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/334.
[287] ibn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Abdurrezzak-Musannef c.5,s.329, Buharî-Sahih c.4,s.14O, Müslim-Sahih C.1.S.152.
[288] Sâlebî-Arais s.387.
[289] İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.2,s.41, Buharî-Sahih c.4,s.14O, Müslim-Sahih c.1,s.152.
[290] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.97
[291] Sâlebî-Arais s.387.
[292] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.97.
[293] Sâlebî-Arais s.387.
[294] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.2,s.41.
[295] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.192.
[296] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.193, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[297] Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.355.
[298] Sâlebî-Arais s.387.
[299] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.82.
[300] Sâlebî-Arais s.387, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.82.
[301] Sâlebî-Arais s.387.
[302] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596.
[303] Abdurrezzak-Musannef c.11 ,s.3O9.
[304] Sâlebî-Arais s.387.
[305] Hâkim-Müstedrek c.2,s.596
[306] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.193.
[307] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13,s.197.
[308] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.13.s.193.
[309] Yakîn : Lügatta: bir şeyi, seksiz, şüphesiz olarak, gerçekten bilmek demektir. (Fîrûzâbâdî-Kamûsulmuhît c.3,s.28O, Seyyid-Tarifat s. 175)
Yâkîn : İlm´in, Marifet, Dirayet ve benzerlerine üstün sıfatlarından olup İlmülyakîn, Aynülyakin, Hakkulyakîn diye üç derecesi ve bunların da aralarında bir takım farkları vardır. (Râkıb-Müfredâtülkur´an s.552) Din Teriminde Yakın : Bir şeye, bu, böyledir! diye itikad etmekle birlikte, bunun, vakıa uygun ve zevali imkânsız olarak ancak böyle olabileceğine itikad etmek, kanâat getirmek demektir. (Seyyid-Târifât s.175).
[310] Ahmed b.Hanbel-Ezzühd s.77, 74.
[311] Buharî-Sahih c.4,s.142, Müslim-Sahih c.4.s.1838, İbn.Mâce-Sünen c.1,s.679, Nesaî-Sünen c.8,s.249.
[312] Ahmed b.Hanbel-Ezziihd s.77
[313] ibn.Abd.Rabbih-Ikdülferîd c.2,s.227.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/334-337.
[314] Saf: 6
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm da, bir Hadîs-i şeriflerinde: "Ben, Atam ibrahim´in duası, İsâ b.Meryem´in müjdesi ve Annemin rü´yâsıyım ki, Annem, bana hâmile iken, rü´yâsında, Şam köşklerini, kendine aydınlatan bir Nûr´un, kendisinden çıktığını görmüştü.
Zâten, Peygamberlerin Anneleri, böyle rü´yâ görürlerdir!" buyurarak bunu açıklamışlardır. (ibn.Sa´d-Tabakat c.1,s.149, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.128, Taberî-Tefsir c.1,s,556, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.1,s.68, 71, Ebülferec İbn.Cevzî-Elvefa c.1,s.36, Zehebî-Tarihulislam c.2,s.16, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,s.3O7, Heysemî-Mecmauzzevaid c.8,s.223)
[315] Bab: 16, Fıkra: 7-14, Bab: 15, Fıkr. 26-27
[316] İbn.ishak, ibn.Hişam-Sîre c.1,s.248
[317] Ebülferec İbn.Cevzî-Elvefa c.1,s.67.
[318] Rahmetullah. Hindî-lzhârulhakk Terceme c.2,s.262-263.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/338-339.
[319] Taberî-Tarih c.2,s.13, Hâkim-Müstedrek c.2,s.596, Sâlebî-Arais s.403, Ebülferec İbn.Cevzî-Tabsıra c.2,s.356, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O7, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.138.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/339.
[320] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.6,s.45O, Heysemî-Mecmauzzevaid c.10,s.67
[321] Yuhanna: Bab: 14, Fıkra: 16, Bab: 15, Fkr.26,Bab: 16, Fkr.7.
[322] Matta: Bab: 21, Fkr. 42-44.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/339-340.
[323] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.302-303, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.148, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.130, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, ibn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.
[324] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.143 Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih d.s.148.
[325] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.143, Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifa c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.
[326] ibn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.143, Buharî-Sahih c.1,s.92, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifa c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144.
[327] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, A.b.Hanbel-Müsned c.3,s.148, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-
Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Beygavî-Mesabih c.2,s.179, Kadı lyaz-Şifâ c.1,s.137, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid-Uyûnüleser c.1,s.144
[328] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.4,s.2O8, Buharî-Sahih c.4,s.248.
[329] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.14,s.3O3, Ahmed b.Hanbel-Müsned c.3,s.148,, Buharî-Sahih c.4,s.248, Müslim-Sahih c.1,s.145, Beyhakî-Delâilünnübüvve c.2,s.13O, Begavî-mesâbihussünne c.2,s.179, İbn.Esîr-Câmiul´usûl c.12,s.53, İbn.Seyyid Uyûnüleser c.1,s.144.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/340-341.
[330] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/341-344.
[331] Tevbe: 9/30-31.
[332] Mâide: 5/116-117.
[333] Âl-i İmran: 3/59.
[334] Mâide: 73.
[335] Mâide: 75-84.
[336] Bakare: 113.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/344-347.
[337] Deyiemî-Eifirdevsc.1, s.406.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/347.
[338] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.303-304.
[339] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.342.
[340] Taberî-Tarih c.2,s.16, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[341] Taberî-Tarih C.2.S.16, Sâlebî-Arais s.342.
[342] Taberî-Tarih c.2,s.16-17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[343] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.342.
[344] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[345] Taberî-Tarih c.2,s,17, Sâlebî-Arais s.342.
[346] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[347] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[348] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[349] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[350] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[351] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[352] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.342.
[353] Taberi-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.304.
[354] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[355] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[356] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[357] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.l.s.304.
[358] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.342.
[359] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[360] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[361] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O4.
[362] İbn.Esîr-Kâmil C.1.S.305.
[363] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[364] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[365] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[366] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[367] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[368] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[369] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[370] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[371] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[372] Taberî-Tarih c.2,s.17.
[373] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.342.
[374] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[375] ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[376] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[377] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[378] Taberî-Tarih C.2.S.17, Sâlebî-Arais s.043, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[379] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343.
[380] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[381] Taberî-Tarih c.2,s.17, Sâlebî-Arais s.343.
[382] Taberî-Tarih c.2,s.17, ibn.Esîr-Kâmil c.1,s.3O5.
[383] Taberi-Tarih c.2,s .17, Sâlebî-Arais s.343.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/347-351.
[384] ibn.Mâce-Sünen c.2,s.1361, Heysemî- Mecmauzzevâid c.7,s.338-342.
[385] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.417, Buharî-Sahih c.3,s.232, Müslim-Sahih c.4,s.2238-2239, Begavî-Mesâbihussünne c.2,s.137, ibn.Esîr-Câmiul´usûl c.11,s.76, Hatîbüttebrîzî-Mişkâtülmesabih c.3,s.14
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/351.
0 Yorumlar